Home Page
cover of alt tarafı hayır diyeceksin
alt tarafı hayır diyeceksin

alt tarafı hayır diyeceksin

sıla salantur

0 followers

00:00-35:42

Nothing to say, yet

Podcastmusicspeechguitarmusical instrumentplucked string instrument

Audio hosting, extended storage and much more

AI Mastering

Transcription

The speaker discusses the concept of boundaries and the difficulty of saying no. They share their experience of attending a workshop to increase self-awareness and the challenges they faced. The speaker reflects on their struggle to set boundaries with close relationships, while being comfortable doing so with strangers. They also mention a workshop activity involving a string representing boundaries. The speaker explores the cycle of not being able to say no, which stems from attachment and early experiences. They highlight the importance of secure attachment and provide an example of a baby's response to a caregiver's presence. The speaker concludes by emphasizing the need to understand and establish healthy boundaries in relationships. Aşırı kalan kapılar, üç nokta olurlar, üç nokta olurlar, üç nokta olurlar. Hayır kelimesi daha doğrusu değil mi? Yani beş harfi ve çok basit söylenen bir kelime gibi duruyor. Ama benim gibi ve belki şu an bunu dinleyen pek çok kişi gibi bu kelime bazen dünyanın söylenmesi en zor kelimesi haline gelebiliyor. O yüzden biraz böyle sınırları konuşalım istiyorum. Peki ne demek sınırlar? Benim için mesela sanki beni yalnızlığa hapsedecek bir hapishane duvarı gibi. Bu okuduğum İyileşen Sınırlar kitabının başlıklarından biriydi ve bu cümleyi okuyunca dedim ki evet ben tam olarak galiba sınırları böyle yorumladım bu zamana kadar. Ve bu yüzden çok zorlandım temelinde. Benim böyle sekiz haftalık katıldığım kendimle alakalı farkındalığımı arttırmak için bir atölye vardı. Sevgili uzman psikolog Esra Yatağan'ın atölyesi. Başka bir ben mümkün mü atölyesi ismi çok bana anlamlı gelmişti. Gerçekten hayatımda böyle değişim dönüşüm istediğim, böyle çok yoğun bir içe dönüş yaşadığım, dibe çöküş yaşadığım, zorlandığım anlar deneyimlediğim bir dönemdi bu atölyeye başlamadan önceki dönem. Ve ismi çok çarpıcı gelmişti bana ve demiştim ki evet gerçekten böyle depresif dönemler aslında kendimize dair farkındalıklarımızın has safhaya çıktığı, kendimize ne oluyor da benim belenim böyle sinyaller veriyor diye baktığı bir dönem. O yüzden de bu sinyalleri daha iyi duyabilmem gerekiyor ki iyileşebileyim diye düşünerek bu atölyeye katılmıştım. Ve gerçekten her hafta işlenen tüm konular benim kendime dair ahalarımın sayısını epey çoğalttı. Ve Esra Yatağan bir haftada sınırları işledi ve şu soruları sormamızı istedi kendi içimize. Sınırlar ne demek? Bu konuda nasıl bir yerdesiniz? Hayatınızın hangi alanında daha iyi sınırlara ihtiyacınızın olduğunu düşünüyorsunuz? Bence çok önemli sorular bunlar. Ve kendimde hep düşündüm. Söylediğim gibi sınırlar insanlarla aramda problem yaşamama sebep olan ve baş edemeyeceğim durumları bende uyandıran bir kavram aslında. Ve bu noktada yabancılarla kurduğum ilişkide iyi olduğumu düşünüyorum. Örnek veriyorum. Çok basit olarak hakkımın geldiği bir durum olduysa iş yerinde ya da ne bileyim bankada bir problem yaşadıysam orada sınırı koyup bana bunu yanlış bir biçimde yaptırdınız, böyle olmaması gerekiyordu, bu işle işin böyle olması yanlış gibi bir yerden gayet rahat bir şekilde sınır koyabiliyorken yakın olduğum ilişkilerde bunda çok zorlanıyorum. Aile konusunda da şu aşamada çocukluk için söyleyemeyeceğim bunu ama şu aşamada onlara da sınır koyabildiğimi düşünüyorum. Kendi fikirlerimi, onlarla uyuşmayan düşüncelerimi özgür bir biçimde ifade edebiliyorum ve bu bende herhangi bir kaybı yaratmıyor. Ama arkadaşlık ve partner ilişkilerinde özellikle çok zorlandığım bir yerdeyim hala. Ve hayatınızın hangi alanında daha çok iyi sınırlara ihtiyacınız var sorusu da aslında biraz önce söylediğim gibi. Yani en çok partner ve arkadaşlık ilişkilerinde buna ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Ve Esra Hanım şöyle bir çalışma yaptırmıştı. Belki size şu an evde bunu yapıyor olmak çılgınca gelebilir ama benim için çok öğretici bir deneyimdi. Ve bedeni de içine kattığımız bir çalışma olduğu için de ben çok daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bize böyle iki metrelik bir ip almamızı istedi. Ve atölyede biz bunu bir çember haline getirdik bu ipi. Ve o sınırlarımızı temsil etti. Yani ipin dış tarafı insanlar, ilişkilendiğimiz insanların olduğu yer iç tarafta biziz. Ve sınır koymaya çalıştığımız kişi bize doğru yaklaştığında nasıl hissettiğimize, bakmamıza, bedenimize hangi duyumsamaların olduğunu sordu. Ve zihnimde geçen bazı kişilerin mesela bana doğru yaklaşması sırasında kalp atışlarımın hızlandığını, avuç işlerimin terlediğini, nefes alışverişimin hızlandığını, göğsümde bir sıkışma olduğunu hissettim. Ama bazı kişiler yaklaştığında ise çemberde tek kalmakla o kişinin yaklaşması arasında hiçbir fark olmadığını hissettim. Yani gerçekten zihinde hayal etmenin 15-20 saniye kadar gibi kısa bir sürede bile bedende nasıl duyumlara yol açtığını hem çok net bir ispatı hem de sınırlar noktasında neye ihtiyacım olduğunu da metaforik bir yerden görmemi sağlıyor. Yani şu soruları yöneltti daha sonrasında. Yani bu ipi daha mı geniş yapmalısınız? Kendinize verdiğiniz o sınır alanı daha mı geniş olmalı? Neye ihtiyacınız var? Aslında burada sınırlarla ilgili ilişkime bakabildiğim bir çalışma oldu. Belki siz de kendiniz bunu yapmak, uygulamak istersiniz diye sizinle de paylaşmak istedim. Bir tane Mary Hollow diye bir yazar var. Bu yazar hayır demek üzerine oldukça kitaplığa yazmış bir yazar ve şöyle bir şeyden bahsediyor aslında. Benim de çok dikkatimi çekti. Biliyorsunuz hepimizin bildiği, çocukluğunda okumuş olduğu bazı masallar var. Mesela Uyuyan Güzel. Yasak yün iğnesine dokununca parmağını deler ve 100 yıllık bir uykuya dalar. Kırmızı başlıklı kız, annesini dinlemeyip ormanda oyalandığı için kurt, büyükannenin evine gidip onu yer ve kahramanlığımı yutmak için büyükannenin yerine geçer. Çabuk etkilenen ve çok meraklı olan Pinokyo, babası Geppetto'nun öğütlerine kulak asmaz. Bir haydut çesesi tarafından kötü yola sürüklenir ve kendisini bir balinanın midesinde bulur. Aslında yetiştirme tarzımızın haricinde de, yetiştirdiğimiz kültür de bize hayır demeyle ilgili ne yazık ki çok karmaşık mesajlar vermiş. Ülkemizin yetiştirdiği önemli psikiyatri uzmanlarından biri olan Egin Geçtan, İnsan Olmak isimli kitabında bir kirpinin hikayesini anlatıyor. Bu hikayede soğuk bir günde bir grup kirpi ısınabilmek için birbirlerine sokuluyorlar. Ancak hepimizin bildiği üzere kirpilerin çok sivri dikenleri var ve birbirlerine sokuldukları sırada bu dikenleri birbirlerinin vücutlarına batıyor. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerinin vücut ıslarına gereksinim duyarken bir yandan da sivri dikenlerden korunmak zorundalar. İşte bu kirpiler hem kendi ihtiyaçlarını karşılamak yani ısınmak hem de zarar görmekten kaçınmak için en uygun mesafeyi ayarlamayı öğrenmek zorundalar. Aslında kirpilerin hikayesi de tıpkı biz insanlar gibi ama işte bu ideal mesafeyi nasıl ayarlayacağız en büyük sorun da bu. Hayır diyememeye ait bir döngü var biraz bundan bahsetmek istiyorum size. Şimdi öncelikle hayır demeniz gereken bir durum ortaya çıkıyor ve bu sırada oluşabilecek gerginlikten ötürü duyacağınız endişe, korku, kalp atışlarınızın hızlanması, terleme, sesinizin kısılması, titremesi gibi beden duyumlarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Ve bu o kadar rahatsız edici geliyor ki size sınır koymanızın gerekeceği durumu düşünmeye başladığınızda ve o kişiyi görebileceğiniz ortamların oluşma ihtimali ortaya çıktığında bundan ivedilikle kaçınıyorsunuz. Ya işte onun geçme ihtimali olan yerlerden geçmiyorsunuz ya mesajlara yanıt vermiyorsunuz. Mesela ben şu an güncelimde böyle bir problem yaşıyorum bir arkadaşımla ilgili çok yara aldığım bir konu var aslında yüzde yüzde haklı olduğuma inandığım bir konu. Fakat bu konuyu konuşmak ve onu alacağım yanıtlar karşısında sınırımın arkasında duramamakla ilgili o kadar kaygılanıyorum ki bu anlamda bu konuşmayı yapmaktan aylardır kaçıyorum. Ve bu kaçma hali aslında kısa süreli bir rahatlama getiriyor bana. Bu da hayır diyememe döngüsünün üçüncü aşaması. Yani o beden duyumlarından kısa süreli de olsa uzaklaşmış oluyorum. Ama uzun vadede hala o mevcut problem var olmaya devam ettiği için bu kaygım daha da artıyor ve bu kaygı daha çok arttıkça daha çok kaçınıyorum. Daha çok kaçındıkça daha çok artıyor gibi işte o sonsuz döngünün içine giriyorum. Peki hayır diyememenin kaynağında ne yatıyor? Ah şu bağlanma demek istiyorum. Sevgili canım bağlanma kuramcılarımız bunu 100 yıl öncesinden keşfetmişler ve gerçekten her şeyin başı bağlanma mı? Evet bana göre her şeyin başı bağlanma psikolojide. Çünkü gelecekte kuracağımız ilişkilerimizden beklentimizi biçimlendirmek aslında bağlanma denilen bu olgunun özelliklerinden biri. Peki bağlanma hangi sorulara yanıt bulduğumuzda güvenli oluyor? İnsanlara güvenebilir miyim? İnsanlara güvenilir midir? Ben ihtiyaç duyduğumda insanlar benim yanımda olacak mı? Saygıdeğer biri miyim? Sevilebilir miyim? Değerli biri miyim? Düşüncelerim diğer insanlar için önemli mi? Duygularım önemseniyor mu? Hata yaparsam insanlar benden uzaklaşır mı? İnsanlara isteklerine hayır dersen ne olur? İnsanlar bana zarar mı verecek gibi sorulara aslında ilk yaşantılarımızın sonucunda bazı yanıtlar alıyoruz. Ve bu deneyimler bizim için birer referans oluyor ve bu referanslarda bir kütüphaneye dönüşüyor. İhtiyaç duydukça bu kütüphaneye başlıyoruz ve deneyimlerimizin bize yol göstermesine izin veriyoruz. Ve yaşantımızla karşılaştığımız her ipucu da bizi bu kütüphanedeki bir rafa gönderiyor aslında. Ve bir çocuk maruz kaldığı büyüme ortamında hayır demenin ihtiyaçlarını karşılamadığını öğrendiyse ya da hayır demediği sürece örseleneceğini fark ettiyse ikisinde de aslında sağlıksız sınır koyma halleri oluyor. Birinde hiç sınır koymama, yasaklı kelime gibi hayırın hiç kullanılmaması hali. Diğeri de ilerleyen kısımlarda açıklayacağım buraya da otomatik hayır ya da hayır silahı dediğimiz sağlıksız hayır demek şekilleri oluşuyor. Şimdi güvenli bağlanmanın bir örneğini anlatmak istiyorum. Çünkü bu kavramın pek çok iş tarafından her ne kadar şu an sosyal medya hesaplarında da bangır bangır bağlanma konuşulsa da muğlak kaldığını hissediyorum. Özellikle de seans odalarında bunu daha çok fark ediyorum. Ebeveynlerle çalışırken bu kavramın onların içinde tam oturmadığını. Ve bunu İyileşiren Sınırlı Esinlik kitaptaki vakadan bir örnekle anlatmak istiyorum. 10 aylık bir bebek olan Yusuf, evin dışından gelen bir gürültüye uyanıyor ve irkiliyor. Uyandığında bir oda içerisinde tek başına olduğunu fark ediyor ve ağlamaya başlıyor. Bir süre ağladıktan sonra bir kaç aydır gündüz saatlerinde kendisine bakmakta olan bakıcısını gülümseyerek kendisine yaklaştığını görüyor. Anne ve babası çalıştığı için gündüz saatlerinde Yusuf'un bakımını Mertem ablası yapıyor. Mertem ablası yumuşak bir ses tonuyla Yusuf'u yatıştıracak şeyler söylüyor ve gülümsemesini sürdürerek Yusuf'un yanına geliyor. El ile Yusuf'un karnını, elini, kolunu hafifçe okşuyor. Korktun mu sen? Bak ben buradayım. Geçti canım. Diyor. Onu hafifçe okşuyor. Ve her şey yolunda diyor. Yusuf yavaş yavaş sakinleşiyor. Ve Mertem ablasının gülümsemesine eşlik edip kendisini oyun oynamaya kaptırıyor. Yusuf ihtiyaç duyduğunda o anda göz önünde olmasa da sevdiği kişilerin onun yanında olabileceğine ilişkin aslında yeni bir veri elde etmiş oluyor. Ama bunun aksi bir durumda, istenmeyen bir çocuk olduğunda sadece annesi ve babası için değil hiç kimse tarafından istenmediğine inanıyor bir çocuk. Ve buradaki istenmeme hali açık açık seni istemiyoruz demek gerekmiyor. Bu bahsettiğim sorulara cevaplarımız hayırsa yani değerli olduğuna dair cevabı hayır değerli değilimse, güvende değilimse, korunmamsa, aklından geçenler yani kendine ilişkin böyle bir takım negatif inançlara sahipse aslında bu çocuğun kendisinin istenmediğini ona düşündürtür. Çok sevilen bir çocuksa sadece anne babasının şefkatinden değil çevresindeki herkesin şefkatinden emin bir şekilde büyüyecek. Ve aslında ebeveynlerimiz tarafından ihmal edildiğimizde de öğrendiğimiz şey ne oluyor? Memnun edersem sevinirim. Zannederim ben de bu ihmali hissetmiş olmalıyım ki ilkokuldayken böyle herkesin yardımına koşan iyilik abdesti gibi tanımlanan, şirinlik abdesti olarak tanımlanan bir kız çocuğuydum ben. Ve o zamanlar tabi ev telefonları var ve bir sınıfta bir liste var o ev telefonları herkesin evinde mevcut ve okula gelmeyen tüm öğrenciler akşamları hep beni arıyor. Ev telefonumuz bizim hiç susmazdı çünkü pek çok kişi nasıl olsa Sıla'dan alırız ben de o zamanda epey çalışkan bir öğrenciydim ve bizde kesin zaten ödevleri anlatır bizde onu alırız rahatlayıcı davranıyor olmalılar ki sürekli telefon çalıyordu. Ve annemle babam da bana kızıyordu işte Sıla kapat artık telefonu derdi ve ben hani o konuşma sesi duyulacak diye annemle babamın söyledikleri böyle onlardan hemen uzaklaşırdım camı açardım çünkü telefonu kapatamazdım çünkü onları memnun etmek zorundaydım. Çünkü ancak o zaman sevileceğimi düşünüyordum hatta annemle babam bu durumda o kadar muzdariplerdi ki bunu sınıf öğretmenimiz olan ortaokulu ki matematik öğretmenimle paylaşmıştı ve matematik öğretmenim de gelip benimle konuşmuştu Sıla'cığım bak işte hayır demen gerekiyor böyle olmaz işte böyle olursa onlar da sorumluluk sahibi olamazlar onların bunları kendilerinin not etmesine öğrenmeleri gerekiyor şeklinde. Ama elbette tahmin edersiniz ki bunların hiçbiri bende işe yaramadı çünkü aslında sorunun temeli benim memnun etmediğimde sevilmeyeceğime inanmamdı ama kimse burayla ilgilenemediği için farkında olmadıkları için kaynağının bu olduğunu bana yardımcı olamadılar. Ben evet evet deyip aslında yine aynı şeyi yapmaya devam ettim ve okul psikolojik danışmanımız şöyle bir çalışma yaptırmıştı bize belki dinleyenlerin arasında sizlerde de yapılan vardır. Herkes en sevdiği üç arkadaşını listeliyordu ve ben sınıfta en sevilen üçü seçilmiştim ve bu benim ne kadar beslemiştir düşünsenize ikincilik kazanç dediğimiz şey olmuştur aslında benim hayatımda. Yani evet bak insanları memnun ettim ve çok sevildim yani ilgi görülme ihtiyaçlarım burada o kadar karşılandı ki ben daha da memnun etmeye odaklandım daha da hayır dememeye odaklandım daha da kişilerin ilgi ve ihtiyaçlarına göre adeta bir bukalemun gibi renk değiştirmem gerektiğini öğrendim. Büyük bir üniversitede olduğumdaysa yaşadığım böyle çok kritik bir an var onu hep hatırlarım sınırlı aşı söz konusu olduğunda yurtta yaşadım ben iki yıl boyunca ve yurtta çok yakın ve hala daha görüşmüş olduğum çok yakın iki dostum var şu anda da dinlediklerinde o sahneyi onlar da eminim ki çok net hatırlayacaklardır. Orada arkadaşımdan biri böyle benimle ilgili bir rahatsızlığını söyledi ve bir sınır koydu ve ben sonra ağlamaya başladım ama bu ağlamak onun bana koyduğu sınır değil yani ben de bir şeylerden rahatsız oluyorum ama ben bunların hiçbirini söylemiyorum bir şekilde o hata olarak gördüğüm şeyi kendi içimde affetmeye çalışıyorum. Tolera etmeye çalışıyorum kimseden bir onarım beklemiyorum hani neden karşı taraf bunu yapmıyor gibi ya da belki tam tersi bir yerden ben niye onun kadar iyi bir biçimde sınır koyamıyorum ağladım belki çok yoğun bir boşalma oldu ve onlar da şaşırdı bu girmiş olduğum hale ve sonra benim daha sonra rahatsız olduğum şeyler olduğunu ama bunu söylediğimde ilişkimizin kötü gideceğinden yanına çekince duyduğum için söyleyemediğimi söyledim. Sonra böyle yurtta en alt katta bir televizyon odası vardı orada kimse yokken gecenin bir vakti ben iki arkadaşım içinde ayrı ayrı rahatsız olduğum şeyleri yazarak gösterdim ki yani yüz yüze söylemek bile o kadar zor ki benim için yazdım yani bu yüzden de ve sonra onları okudular ve gerçekten orada çok kapsayıcı bir şekilde bu rahatsızlıklarımı dikkate alacaklarını söylediler. Ve gerçekten o böyle bir dönüm noktası olmuştur yani benim hayatımda sınır koysam da sevilmeye devam edebilirim inancıma gerçekten pozitif bir kaynak oldu bunu da hep hatırlarım. Peki size göre kimlere sınır koymak daha zor? Aslında sınır koymakta zorlanılan böyle bir takım kategoriler var ama ben bunların hepsini uzun uzun anlatmak yerine benim çok sıklıkla zorlandığım gruplardan bahsetmek istiyorum. Aslında birazcık böyle boyun eğici olmak zorunda hissettirenler size karşı daha böyle zorba diyebileceğimiz kişiler yani mesela danışanlarımın öykülerinde de bunu sıklıkla görüyorum yani bir rahatsızlığını söylüyor mesela kişi partner ya da yakın bir arkadaş sıfır rahatsızlığını söylediği için diyor ki tamam böyle mi o zaman konuşmayalım istersen o zaman bitirelim bu işi. O zaman bitirelim bu ilişkiyi yani ve kişi bu sefer o ayrılık kaygısıyla o kadar panikliyor ki tamam tamam diyor kendi sınırını biraz daha esnetiyor. Sonra o sınırı esnetmek onu daha huzurlu ediyor bir sınır koymak ihtiyacı daha duyuyor sonra tekrar bir duvarla karşı karşıya kalıyor ve o sınırın kabul görmediğini hissediyor ama ilişkiden de çıkamadığı için bir şekilde bu döngünün içinde kalmaya devam ediyor. Ya da mesela bir arkadaşınıza bir sınır koyuyorsunuz ama o bu sınırın yanlış olduğunu ya da gereksiz olduğunu söylüyor ve sizi de buna inandırmaya çalışıyor ve siz bu sınırı koyduğunuz için sizi alınganlık yapıyor küsüyor siz de uğradığınız zorbalık karşısında ya galiba ben gerçekten bir şeyleri abartıyorum diyorsunuz ve manipüle oluyorsunuz ve suçluluk hissediyorsunuz. Ya da kendini çokça önemli görenler yani sınırlar konusunda eşitlikçi davranmayanlar yani ben yapabilirim ama sen yapamazsın diye düşünenler ya da fazlasıyla bencil davranıp diğerlerinin ihtiyaçlarını görmezden gelmek yani empatiden yoksun bir şekilde ya ben bunu yaptığımda o ne hissedere hiç bakmadan tamamen kendi sınırlarını ön planına tutan. Karşı tarafın sınırlarına ve sınırlara uyulmadığında yani o kişi ona uyumadığında hissettiği duyguları da küçümseyip bunu da büyütülecek ne var alınganlık yapıyorsun çok abartıyorsun diyen kişiler aslında yani sınır koymakta zorlanılan kişilerin genelde ortak özelliği bence duygusal anlamda manipülatif oluyor olmaları. Ve eşitlikçi olmadıkları gibi aynısını mesela siz yapsanız çok büyük tepki gösterir ama aynısını kendi yaptığında ne var bunda gibi bir yerden bakabiliyor ben burada sınıra uymayan bir şey yapmıyorum ki diyor yani sizin sınırınızı anlamak yerine kendi doğrusunu size ispatlamaya çalışıyor. Ya da türlü türlü oyunlara başvurmak bunu da anlatmadan geçemeyeceğim çünkü gerçekten iş yerimde yaşadığım çok böyle zorlayıcı bir süreç olmuştu. Kurucusu iş yerimin ve kendisi de bu alandan olan biri ve de ne yazık ki danışanına tacizde bulundu ve ben bunun üzerine işten ayrılma kararı aldım ama tabii ki bunu bildiğimi de bir taraftan söyleyemiyorum. Çünkü bana bunu ileten kişiyi de ifşa etmiş olacağım için ve bu kişi önce beni iyi bir biçimde çalışma şartlarımı iyileştirerek beni kendi çalıştığı yerde tutmaya çalıştı. Ardından o işe yaramayınca işte seni ben sana salantur yaptım işte sana o kadar danışan verdim sen ben olmasan bir hitsin sen ben olmadan hiçbir şey yapamazsın vesaire diyerek aslında beni iş yerinde tutmaya çalıştı. Yani aslında zayıf taraflarımı keşfederek beni bunun üzerinden kendi sınırlarına uyan biri olmam konusunda zorladı. Yani çünkü benim o dönemler kendimi oldukça yetersiz hissettiğimi biliyordu ve değersizlik inancımın da yoğun olduğunu biliyordu alandan olan biri olarak görüyordu bunu ve benim bu inançlarımı besleyecek şekilde davrandı ki ben bunlardan etkileneyim. Ve gerçekten evet ya ben olmazsa bir hiçim meslek hayatım son bulur danışan bulamam deyip orada kalayım istedi ama o dönemler ilginçtir ki bu konularda henüz bu kadar bile yol kat etmediğim bir zamanda bile bu manipülasyonlara gelmeyip oradan ayrılabildim. Ama sınır koyarsam beni sevmez ve inancına sahip olduğumuzda çoğu zaman bunları gerçekten kabul ediyoruz ve avcılar yani aktif bir manipülasyonda bulunmuyorlar ama uygun zamanlı kollayıp aslında sizi kendi isteklerini oldurtmaya isteklerini elde etmeye çalışıyorlar. Mesela işte partnerlerin bazen ayrılıkları sırada işte bak sorun sende değil bende sen daha ilerine layıksın klişeleri yapmaları aslında kendisi ayrılmak istiyor ama bu ayrılmanın sorumluluğunu alamıyor ve burada ayrılma sorumluluğunu size yüklüyor. Yani ben senin için ayrılıyorum bak sen ilişkimizin başında çok böyle eğlenceli ve rahat biriydin şimdi ne kadar mutsuzsun keyifsizsin bu değişimi görüyorum ben senin böyle olmanı istemiyorum ben seni bu halini de kabul eder ve severim ama sen kendini bu şekilde sevmezsin ve mutlu olmazsın diyen bir yerden aslında bana o kendi istediğini elde ettirmek için benim üzerimden bir sağlık var. Ya da yavru kediler dünyanın en çok yardıma muhtaç insanları onlar olur ve siz olmazsanız hayatta kalamayacakmış gibi davranırlar. Bununla da benim yaşadığım en temel örnek yine üniversitedeyken böyle bir arkadaşım tarafından dolandırıldım denilebilir yani bir borç para istemişti benden ve vermiştim ve daha sonrasında da onu bana ödemedi ve bir şekilde ortadan kayboldu. Böyle çok yıpratıcı sonrasında süreçler yaşadım işte onlar da böyle sizin kendinizin ben de orada o zamanlarda daha yeni mezunum yeni para kazanmaya başlamışım o daha öğrenci ben de şey diyorum ya sen de daha öğrenciydin daha 3 ay önce ve şimdi vermemen çok ayıp olur paranın sakındığını düşünürler kötü biri olursun deyip hani hiç böyle bir an bile düşünmeden evet dedim böyle bir durumda. İşte bu kişiler de yine sizin hayır diyebilmenizi çok önlüyor işte avcılarda da aynı şekilde yani hayır bir dakika bir dakika yani sen bana mahallediyorsun bunları ama bu seninle ilgili kendi duygularını bana mahalledemezsin sınırını koymanı önlüyor. Çünkü öyle şeyler söylüyor ki bir anda sen de etkilenip evet ya gerçekten beni düşünüyor olmalı gibi etkileniyorsun bile bundan ama aslında hiç alakası yok bu anlamda da aslında kendi duygularının sorumluluğunun bana yüklüyor olmasını önüne geçmem gerekirken ben orada o sınırı koyamayıp onun bana yüklediği anlamı üstleniyorum. Bir de bu bahsettiğimiz hayır demenin sağlıksız 3 tipi vardı biliyorsunuz bunlardan bahsetmek istiyorum birincisi otomatik hayır yani eğer terk edilmeye ilişkin duyduğumuz kaygı çok yoğunsa daha en başından o kişileri hayatımıza sokmayarak aslında kendimize o yaşayacağımız acıdan korumuş oluyoruz. Yani madem insanların yanında durmasını istiyoruz neden o zaman en başından uzaklaştırırız ki yani bu insanları ama işte böyle yani insan zihni karmaşık bir biçimde çalışıyor. Önceki terk edilme deneyimleri o kadar acı vermiş oluyor ki insanlar böyle bir acıyı bir daha deneyimlemekten en başında yalnız kalıp kendi kendilerini idare etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden de en çok başvurulan araçlardan biri hale geliyor otomatik hayır yani akşam işlerinden arkadaşlarla oturup bir şey açacağız hayır işim var yani aslında o an gerçekten hayır demesini gerektiren bir durum yok ya da burada gerçekten onun kişilik haklarına değerlerine ait bir sınır ihlali yok ama buna rağmen hayır deme ihtiyacı duyuyor neden çünkü evet derse bir yakınlık oluşacak yakınlık olursa acı çekme ihtimali artacak. Diğer hayır, hayır silahı bu daha çok aslında silah denmesinin sebebi burada kasıtlı bir şekilde otoritenin gücünü göstermek ve aslında intikam alma hissiyle yapılan hayırlar daha çok. Ebeveynlerin buna çok başvurduğunu görüyorum tp odasında mesela çocuk onun istediği bir şey yapmadığında ebeveynin tırnak içinde otoriteye karşı geldiğini düşünüyor ve otoritenin gücünün ağırlığının çocuk tarafından gözükmesi için diyor ki tamam bu hafta istediğin yere götürmeyeceğim seni o almayı vaat ettiğim oyuncu almayacağım sana diyebiliyor ve çocuğa bu anlamda hayır diyor aslında burada sağlıklı bir hayır hali yok çünkü söz vermişiz. Ve burada sınırı koyma biçimimizin bir şeyi mahrum bırakma üzerine olmaması gerekir ancak sırf o anlamda gücünü göstermek için bunu yapıyor ya da yine aynı şekilde partnerinle otoritesini göstermek için mesela kavga ettikleri bir konu oluyor anlaşamadıkları bir konu oluyor. Oradaki intikamı almak adına diyor ki bu hafta arkadaşlarınla maça gidemezsin ya da işte sen de bu hafta arkadaşlarınla kız kıza dışarı çıkamazsın gibi bir yerden kısıtlamalar getiriyor. Buna normalde izin verebilecekken hayır demesi için gerçekten kendine dair bir sebebi yokken sırf karşı tarafa duyduğu öfkeyi çıkartmak bunun intikamını almak ya da otoritesini göstermek için hayır deme hali. Üçüncüsü de yasaklanmış hayır yani bu kategoriye giriyorum ben bence. Bizler için sınır çekmek olanaksız gibi görünüyor. Hatta hayır demek o kadar zor oluyor ki bazen hayır demenin gerekli olduğunun farkında bile olmayıp bu kelimeyi aklımıza bile getirmiyoruz. Bu da aslında hiçbir şekilde hayır denmesinin doğru olduğunu düşünmeyen ya da hayır derse bile bunu binbir şekilde açıklamalarla bezeyerek yapan. Yani işte çok gelmeyi isterdim ama çok önemli bir toplantım var oradan çıkınca oraya yetişmem epey zor olur eğer oradan yetişmek de zor olursa eve dönmek zor olur falan gibi uzun uzadı ya. Ya bir mıçıkası hiç bu toplantıya gelesim yok ya ya da o partide şeyleneceğimi düşünmüyorum o yüzden gelmiyorum ya da sevmediğim kişiler var çok hoşlanmıyorum öyle ortamlardan deyip tek cümlede sınır koyabileceğimiz yerde bir sürü gerekçelendirme yapma ihtiyacı duyuyoruz. Bunlar da aslında bizim sağlıksız olan hayır deme şekillerimiz ve hayır diyememek sadece bizi kısa süreli çatırmalarda uzaklaştıracak ve ihtiyaçlarımızın karşılanmamasına neden olacak. Ayrıca cennetten kovulmadan dünyayı yaşamak da mümkün ama tabii ki biz böyle cennetten kovulacakmış hissi yaşıyoruz hayır dersek bizi yargılarlar eleştirirler ya da bencil biri olarak kötü biri olduğumuzu düşündürtürler diye. Benim mesela en çok düşündüğüm şey bu oluyor hani bencil olmak ve kötü biri olmak böyle bir yanlış öğrenme geliştirmişim ve bu da beni hayır demekten alıkoyuyor. Peki sınır koyabilirsek ne olur? Bununla alakalı aslında kendimize dair pratikler yapabiliriz. Elbette bunların bir terapist eşliğinde çocukluk çağı yaşantılarının çalışılması, iyileştirilmesi ve o yanlış öğrenmelerin zihinde yeniden bir anlam bularak aslında yeni bir çerçeveye oturtmak yani önceden sınır koyarsam sevilmem inancını şimdi burada sınır koyduğum ve sevdiğim ilişkilerde mümküne çevirebiliriz. Ama bunu yapamıyorsak, bu sıralar terapi eklememiz imkanlı değilse belki böyle kendinize dair pratikler yapabiliriz. Bu anlamda bilinç düzeyinizi arttırmaya yarayacak sınırlara ilişkin bu podcast'ta hazırlarken de yararlandığım kaynakların isimlerini paylaşacağım zaten. Açıklama bölümünde oradan da bakabilirsiniz. O kitaplardan birindeki alıştırmaya bakalım istiyorum. Mesela hayır dememiz gereken ya da sınır koymamız gereken ama bunu yapamadığımız düşündüğümüz en son olaylardan birini düşünebiliriz. Ve bunu hayal edelim. Neydi bu olay? Ve hayır diyebilene kadar o an ne düşündünüz? Ya da nasıl hayır diyebilirdiniz tek bir cümleyle? Ya da hayır dedikten sonra nasıl düşünebilirdiniz? Ve demiş olsaydınız kendinizi nasıl hissederdiniz? Ya da hayır demenin gerekli olduğu yine bir durumu düşünüp böyle durumlarda kaygınız olayları olabilecek en kötü şekilde değerlendirmeye neden oluyor. Ve olası kötü sonuçları düşünürken de zihnimiz farklı farklı felaket senaryoları yazıyor. Şimdi bu olası senaryoları düşünüp içlerindeki en kötüsü hangisi olabilir? En iyi ihtimalle hangisi olabilir? En gerçekleşilebilir olan senaryo yani en olası olan senaryo hangisi? Bu bulunabilir. Ve aslında onlara baktığımızda hepsinin en kötünün biri aslında en kötü olmadığını görmemize yarıyor. Bunlar da birazcık bilisten müdahale diye söylediğimiz yani beynimizin biz farkında olmadan yapmış olduğu çarpıtmaları Böyle kendimize de dışarıdan bakabildiğimizde bunları yazıya döktüğümüzde de aslında kendimizi sanki bir an film izlemiş gibi oluyoruz. Kendimizin o deneyimin özesinden çıkıp biraz daha resme uzaktan bakabilmeyi başarabilmiş oluyoruz. Bu mümkün. Yine çok beğendiğim iletişim yayınlarına ait hayır demeyi bilmek kitabına ait bir bölümde de şöyle bir metafordan bahsediyor hayır diyebilmekle alakalı bozuk plak metaforu. Bozuk plak tüm engellere rağmen görüşlerimizde direnmeyi sağlıyor. Akıntılara rağmen rotasını izleyen bir tekne gibi. Burada bir aslında bir diyalog var ona dikkat vermek istiyorum sizinle birlikte. Diyor ki mesela ateşli olduğunuz halde kendisiyle yemeğe çıkmanız konusunda ısrar eden biri var. Ve diyaloglar şöyle gelişiyor. Bu yemeğin gününe önce kararlaştırıldığını biliyorum. Ama 38 derece ateşim var dışarı çıkamam. 38 derece ateşte pek yüksek bir ateş sayılmaz. Belki senin için öyle ama ben ayakta duramıyorum. Yemeği kısa tutabiliriz. Sen de erkenden yatarsın. Keyifsizim ve şimdi dinlenmeye ihtiyacım var. Hadi seni gelip arabayla alayım işte. Çok naziksin ama ateşim var. Yorgunum ve sokağa çıkmamam gerekiyor. Bir piknik sepeti hazırlayıp sana geleyim çok hoş olur. İlaç aldım. Daha şimdiden uyku bastırdım. Her şey iyi bir direnmeye bağlı aslında. Ve diğer metaforik haliyle hayır demede sis perdesi. Yani diyelim ki bu yöntem yetersiz kaldı. Ve siz de kendi görüşünüzü koruyarak olası eleştirileri kabullenebilir. Ve bu sayede sis tekniğini kullanabilirsiniz. Sizinle buluşmak olsa ısrar eden aynı arkadaşınız sinirlenmeye ve sertleşmeye başladı. Diyelim ki işler daha kötüye gidiyor. Seni göreceğime seviniyordum. Umarım başka sefere. Bunun için başka bir daveti bile reddettim. Bundan eminim. Daha önce söylemiş olsaydım başka biriyle buluşabilirdim. Sana haber vermeliydim ama her şeyi düşünemiyorum. Gecemi berbat ettin. Haklısın. Hiç de nazik değilsin. Bazen kabada olabiliyorum. Hep de bana çatıyor. Haklısın. Hep sana rastlıyor. Hiç çaba göstermiyorsun. Bu akşam çaba gösterebilecek durumda değilim. İşte bu tür yanıtlar somut bir direnişle karşılaşmayan ama buna rağmen sizi bocalatmayı başaramayan muhatabınızın cesaretini oldukça hızlı bir biçimde kırabilir. Diyorum. Ve bu podcast'in de sonuna geliyorum. İyileştiren Sınırlar kitabının yazarı doçent doktor Volkan Gülüm diyor ki, Başkalarına hayır diyebilmek bazen kendinize karşı sergilediğiniz en nazik tutumdur. Malt Ankova isimli bir yazar var. Ve yazarın kitap başları çok dikkatimi çekti ve bana ilham kaynağı oldu. O yüzden sizinle de paylaşmak istedim. Ben de henüz yeni edindim kitabını. Bugün geriye kalan hayatımın ilk günü diyor. Eğer siz de şu an bu podcast'in bu dakikalarını dinliyorsanız, Kendinizin sınırlarına dikkat verdiğiniz, sınır koymakta zorlandığınız alanlara dikkat verdiğiniz ve öz saygınızı ve öz değerinizi kendinize hatırlatarak sınır koyabildiğiniz hayatınızın, geriye kalan hayatınızın ilk gününü yaşamaya başlamanızı umuyorum. Ve 3 noktalı cümlem hazırsanız geliyor. Eğer hayır dersen... 3 nokta

Listen Next

Other Creators