Details
Nothing to say, yet
Details
Nothing to say, yet
Comment
Nothing to say, yet
Zeynep Özal Berksu, a former fashion editor and writer, decided to leave the fast-paced fashion industry and start a sustainable fashion brand called One Square Meter. She believes that a good product should prioritize both aesthetics and functionality, be made from sustainable materials, be produced under fair working conditions, have a long lifespan, and have a transparent supply chain. However, she acknowledges that the fast fashion industry is dominant due to its ability to offer trendy clothes at low prices, despite the hidden costs of unethical production practices. Zeynep believes that slow fashion can coexist with fast fashion by offering an alternative for conscious consumers. She also discusses the challenges faced by the textile industry in Turkey and the global fashion industry's need for systemic change towards sustainability. Tamamdır, başlattım. İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız? Ben teşekkür ederim. Tabii ki. İsmim Zeynep Özal Berksu. 1986 İstanbul doğumluyum. Lisans ve yüksek lisans eğitimi Yıldız Teknik Üniversitesi siyaset biliminde tamamladım. Daha sonra bir beyaz rekal olarak iş hayatına başladım. Önce iki sene İnstagram dergisinde editörlük yaptım. Daha sonra yine yaklaşık sürelerde farklı butik ajanslarda metin yazarlığı görevi üstlendim. Ancak her iki sektörde beni zihinsel olarak beslemediği gibi fiziksel olarak da tüketiyordu. Tam da bu tükenmişliğimi sorguladığım sıralarda Çağrı'yla tanıştım. Hayatta benzer noktalarda durduğumuzu görmek çok güzel ve cesaret vericiydi. Ve bu cesaretle bir beyaz rekal olarak çalışmayı bıraktım. Zaten o sıralarda OneSquareMeter'de tohumlarını ekiyorduk. Bir yandan editörlük yapmaya devam ettim. Şu anda da Augusto'nun internet sitesindeki sürdürülebilir yaşam kategorisinden sorumluyum. Ve Vesayir adlı internet sitesinde yazmayı devam ediyorum. Evet, elbette İstanbul'da yaşamak o dönem çok zorlamaya başlamıştı bizi. Tam da şans eseri aslında ne yapacağımızı konuşurken Çağrı'yla ev sahibi bizi evden çıkardı. Biz de dedik ki, madem bir yaşam değişikliğine gidiyoruz, o zaman bunu kökten değiştirelim. Ve Balıkesir'in Gömeç ilçesinde bir köye yerleştik. Gerçekten kökten bir değişim oldu bizim için ama şu an Çanakkale'deyiz. O köy hayatı herkese iyi gelmeyebiliyor, fazla romantize ediliyor bazen. Kimisi başarıyor, kimisi başaramıyor. Biz orada beş sene yaşadık. OneSquareMeter'i büyütmemiz açısından iyi oldu. Dışarıdan hiçbir uyaran almadan işimize odaklandık. Ama bir süre sonra hani beslenemiyorsunuz, öyle bir problem var. O nedenle kısmen şehir, kısmen kasaba olan güzel bir yer Çanakkale. Şu an buradayız, burada çalışmaya devam ediyoruz. Tabii ki biz de çalıştığı işten ve o işin getirdiği iliklerden bıkıp güzel bir şey yaratmak adına beyaz zeka hayatını bırakıp yeni bir yola çıkanlardanız. Ama tabii buna şimdi bir sürürülebilirlik yolculuğuna çıkıyoruz ya da bizim özelimizle hadi bir yavaş moda markası kuralım diye çıkmadık. Süreç günden güne şekillendi ve evrildi. Ama başından beri motivasyonumuz iyi bir ürüne doğru şekilde ulaşmaktı. Biraz bundan bahsedeyim. İyi bir ürün nedir? İyi bir ürünü oluşturan bileşenler nederdir? İlki tasarımı. Burada estetik ve fonksiyonellik devreye giriyor. Siz hangisine öncelik veriyorsunuz? Estetiğe mi fonksiyonelleğe mi? Ya da ortaya çıkardığınız ürün hangi amacı hizmet ediyor? Yoksa bir süs mü? Ya da ikisini birden mi barındırıyor? İkincisi ham maddesi yani neyden üretildiği. Burada ham madde çıkarıldığı esnada doğaya veya kullanımı sırasında insan sağlığına ne kadar zarar veriyor? Ürünün kullanım ömründe olmasının ardından onunla ne yapabiliyoruz gibi sorular doğuyor. Bir diğer birleşen üretim koşulları. O ürünü üreten insanların hakları korunuyor mu? Üretim süresinde ortaya çıkan atıklar ne oluyor gibi. Ve ortaya çıkardığınız şeyin kullanım süresi ne? Yani ne kadar bir ömre sahip bu ürün? Bir iki kez kullanıp atılacak mı? Yoksa onu gittiğiniz her yere götürecek misiniz? Ve son olarak satış. Yani ürün size ne şekilde ulaşıyor? Ne kadar süre yolculuk ediyor? Yolculuk süresinde kaç durağa uğruyor gibi. Ve bu sorulara verdiğiniz cevaplar yani bir ürün ortaya koyarken yaptığınız seçimler de sizin yolculuğunuzu şekillendiriyor. Yani bizim açımızdan öyle oldu en azından. Biz estetik ve fonksiyonelliği dengede tutmayı tercih ettik ve tasarım dilimizi bu şekilde kurduk. İlk çantamızın boyutunu içine mutlaka bir de laptop sığacağı şekilde belirledik. Ya da kadınlar için tasarladığımız tüm alt parçaların belleri lastikliydi ve devasa iç cepleri vardı ki bu kadın pantolonları için bulunmaz bir şey. Ve onları rahatlıkla işlerinize giderken giyebiliyordunuz. Çünkü şıklardı da aynı zamanda. Kıyafet diktiğimiz için bizim ana maddemiz kumaştı. Kumaşlarımızı Türkiye'nin en önemli üretimlerinde sürdürülebilirdiği benimseyen kumaş üreticilerinin seçkileri arasından belirledik. Orta Anadolu, Yunus Ağa, Çalık Denim gibi firmalarla çalıştık. Sponsorluk anlaşmaları yaptık. Koleksiyonlarımızı tamamı doğal eleflerden dokunmuş kumaşlarla hazırladık. Atölyemizde bizimle çalışan iş arkadaşlarımızın haklarını teslim ettik. Maaşlarını gününde sigortalarını tam yatırdık. Atölyemizden çıkan kıyafetlerin kullanıcı ile senelerce yaşamasını arzuladık. Bunun için tasarımlarımızı trendlere bağlı kalmadan, bir kimlik dayatmadan yaptık ve kumaş ve işçilik kalitenizden taviz vermedik. Üretimin sonunda çıkan kumaş artıklarını kalitelerine göre ayırarak tekstil bölümü olan üniversitelere bağışladık. Üretim prensibi olarak sipariş üzerine üretim sistemi benimsediğimiz için satışlarımızda aracı kullanmadık. Tüm siparişlerimizi kendi internet sitemiz üzerinden gerçekleştirdik. Bu sayede araya herhangi bir aracı koymadığımız için hem gönderimlerimizi doğrudan atölyemizden yaptık hem de fiyatlarımız atölyemiz için sürdürülebilir ve müşterilerimiz için ulaşılabilir olacak dengede belirleyebildik. Ve yaptığımız seçimler, tüm saydığımız seçimler, One Square Meter'ı Birleşmiş Milletler Çevre Programı çatısı altında hazırlanan moda ve tekstil sektöründe döngüsel ekonomi iş fırsatları kılavuzunda yer verilen 20 marka arasına taşıdı. Geçen yaklaşık 10 sene içinde hayalini kurduğumuz iyi ürünlere doğru şekilde ulaşmayı başardık bu sayede. Bu videoyu izlediğiniz için teşekkür ederim. İçler acısı. Türkiye hızlı moda için bir üretim ve tüketim merkezi ne yazık ki. Üretim tarafında ucuz iş gücü yoğun, denetimler az, lokasyon olarak diğer gelişmemiş üretim merkezlerine yakın ki bunlar da hızlı moda sistemi için belirleyici ve tarzı sebebi etmenler. Tüketim tarafında ise Türkiye Inditex'in dünya üzerindeki ilk doğru satın almacısından biri. Yani tüketiciler üzerine de hızlı modaya ciddi bir rağbet var demek oluyor bu. Aslında Türkiye eskiden tekstil cennetiydi. Bu coğrafya kadim kültürlere ev sahipliği yaptı ve kültürler dokunmalar aracılığıyla kendilerini yaşatmaya devam etti. Burada çok güzel kumaşlar, çok kıymetli dokunmalar bulabiliyordunuz. Deprem bölgesinde özellikle. Ayrıca malı sektöründe 600 sayılır aile şirketleri vardı. Kendi giyim markalarının olmasının yanı sıra hem yurt içine hem de yurt dışına üretim yapan kumaş fabrikalarına sahiplerdi bu şirketler. Ancak ne yazık ki özellikle son 20 sene içinde ustalıklar ölmeye, o kıymetli dokunmalar çok ender bulunmaya başlandı. Büyük ölçekli üretimler ise ya yabancı firmalara satıldı ya da ülke dışına çalışmaya başladı. Geriye sadece merdiven altı diyebileceğimiz Fason üretim atölyeleri kaldı ki son birkaç senenin ekonomi politikaları nedeniyle o atölyelerde birer onar kapanıyor. Biz de bir yavaş moda markası olarak ekonomi politikaları nedeniyle artan maliyetlerimiz yüzünden geçtiğimiz Ekim ayında atölyemizdeki üretime son verdik maalesef. Her ne kadar tüketici düzeyinde iyi geri dönüşler alsanız ve markanızın erişimini artırsanız da en başta saydığınız bileşenleri yerine getirmek adına doğru ve ahlaklı bir üretim yapmak istediğinizde sermaye düzeyinde bir desteğe ihtiyacınız oluyor ve bunu bulmak neredeyse imkansız. Benzer durum tüketici tarifi için de geçerli. Yani hızlı moda en trend kıyafetleri olabildiğince kısa sürede ve çok düşük fiyatla sunabildiği için tercih sebebi. Trendleri bu hızla bu fiyatta yakalamak insanlara çekici geliyor ve görünmeyen maliyetler göz ardı ediliyor maalesef. İçinde bulunduğumuz çağın krizi bu aslında. Dolayısıyla yavaş moda her şeyi doğru şekilde yapmaya çalıştığı için fiyatları yüksekmiş gibi bir algıya maruz kalıyor. Olması gereken bu. Biz biliyoruz atölyeye iyi bir denim markasından kumaş geliyor. Kumaşın metre fiyatını biliyoruz. Ne kadar az metrajlarda satın alsak bile yine de biliyoruz ve bir hızlı moda markasının mağazasına girip kıyafetlerin fiyatına baktığımızda diyoruz ki bu fiyata bu kıyafetin üretilmiş olması imkansız bir şeylerden feragat edilmiş olması gerekiyor. Feragat edilen şeyler de insan hakları, çevre katliamı gibi şeyler. Ve bu sadece Türkiye için de geçerli değil aslında. Dünyada da böyle. Sadece Türkiye'de yavaş moda desteklenmiyor demek doğru değil. Her ne kadar Avrupa Birliği moda endüstrisinin sürdürülebilir kılmak adına bazı kararlar almaya başlamış ve kendine yeni hedefler koymuş olsa da örneğin geçtiğimiz günlerde Stockholm merkezi Renew Cell firması iflas ettiğini açıkladı. Bu firma ki endüstrinin en ciddi sorunlarından tekstil geri dönüşümünde iddialı ve umut verici bir atılım yapmıştı aslında. Beyaz tedarik zincirindeki çalışma koşullarının iyileştirilmesi üzerine verilen tüm vaatlere rağmen Bangladeş'te işçiler geçtiğimiz ay 100 dolarlık maaşların 2 dolarda azdan yapılmasını talep ettikleri için sokaklarda dövülüyordu. Sistem sürekli ilim sağlamak için ne yazık ki alem güçlü olanın, bizim durumumuzda da hızlı olanın yanında durmaya devam ediyor. Biz sürdürülebilirliğe naif yüzünden bakıyoruz aslında. Sistem çünkü kendi sürdürülebilirliğini sağlamak için kendi bildiği kurallarla işlemeye devam ediyor. Türkiye'de merdiven altı atölyelerin kapanmaya başlamasının sebebi döviz politikaları nedeniyle. Şu an çok yüksek ücret vermek zorundalar maliyetlerini karşılamak için atölyeler. O yüzden Türkiye'den çıkıyor şimdi Inditex'in üretimi vs. Türkiye özelliğinde işletilebilir olmaktan çıktı zaten bu model ama dünyada da Türkiye'nin yerini ikame edecek başka ülkeler mutlaka bulunacaktır. Çöpünü atacak başka bir Afrika ülkesi de bulunacaktır. İkinci el kıyafetlerin ömrünün geri kalanını sürdürdüğü başka bir okyanus kıyısı mutlaka bulunacaktır. Ben inanmıyorum bir yerde patlak vereceğine ve sistemin çökeceğine ve yavaş modanın bir anda tercih sebebi olacağına açıkçası. Evet evet mutlaka maalesef. Yavaş moda üretim prensipleri olarak kendini hızlı modanın karşısında konumlandırarak var ediyor aslında. Bu ne demek? Doğal elyaflarla insan işçiliğini yücelterek kaliteli ve uzun ömürlü kıyafetleri ihtiyaç kadar üretmek ve tüm bunları yaparken olabildiğinde lokal kalmak demek. Yavaş moda prensipleriyle üretim yapan her markanın bu eksanda kendi dinamikleri var. Biz size kendi marka çatımız altındaki işleyişten bahsedelim biraz. One Square Meter her şeyi atölye içinde çözen bir marka oldu. 8 sene boyunca tek ama düzenli büyüyen bir koleksiyonumuz vardı bizim. Senede 2 edisyon çıkarıyorduk. Soğuk hava ve sıcak hava. Hiçbir edisyon sil baştan tasarlanmadı. Her model ya kendi içinden farklı modeller türeterek ya da farklı kumaş yorumları ile çeşitlenerek bir sonraki edisyonda da yerini aldı. Tasarladığımız ilk model kısa askılı denim bir elbiseydi örneğin. Daha sonra aynı elbisenin kalıbından hareketle biz bir bluz tasarladık. Daha sonra elbiseyi kefen ve gofre gibi farklı kumaşlarla diktik ve onun ömrünü uzattık. Yani biz tasarımda da sürdürülebilirliği önceledik aslında. Tasarımları çareyle ikimiz yapıyorduk. Birkaç test dikişinin ardından final süreçte karar verip kalıp çıkarıyorduk ve onları bedenliyorduk. Bu esnada koleksiyonda yer alacak kumaşlara karar veriyorduk. Kumaşları da binlerce metre dokuz taraf değil bu işte az önce bahsettiğim çalık denim gibi firmaların ölü stoklarındaki kumaş seçkilerinden yapıyorduk aslında. Edisyonda yer alacak modeller kesinleştiğinde kumaş alternatifleriyle 34 bedende dikerek çekimi hazırlıyorduk. Fotoğraf çekimlerimizi atölyemizde kurduğumuz fotoğraf stüdyosunda modelliğinde kendimiz yaparak gerçekleştiriyorduk. Bu hazırlığın ardından ben her bir modelin hikayesini ve kullanım özelliklerini yazıyordum. Çarede fotoğrafları düzenliyordu. Her şeyi tamamladığımızda bunları internet sitemize yüklüyorduk. Daha sonra instagramdan duyurumuzu yaparak edisyonumuzu tanıtıyorduk. O esnada atölyemizdeki üretim devam ediyordu. Biz üretim modelimizi Starfish üzerine üretim yapacak şekilde belirledik. İsteyen modeli bedeninize sipariş ediyorsunuz. Siparişiniz bize ulaştığında onu üretim sitemize ekliyoruz. Zorluk derecesine göre 4-10 iş günü içerisinde gönderimini atölyemizden yapıyorduk. Bu haliyle markanın kendisi de ekosistem haline geldi diyebiliriz. Üretimde kısaca şöyle işliyordu. Bir kesim ünitemiz vardı. Kesilen parçalar dinlenme masalarına bırakılıyordu. Dikim ünitesinde birleştirme, ütü, dikiş birlikte çalışıyordu. Kimse tek ve tekrarlı bir işten sorumlu değildi. İş arkadaşlarımız bir kıyafetin hayata gelişmesi sürecindeki tüm aşamalarına tanıklık ediyordu. Herkesin modeller hakkında detaylı bilgisi vardı. Şimdi gitseniz bir satılın üretimi yapan atölyeye. İnsanlar sadece tek bir parçadan sorumlular. Cep kenarı dikiyor mesela sadece ve günde 2000 tane dikiyor. Biz atölyeyi dikiş makinemiz alırken satıcı bize şey demişti. Haftada bir makine motoru yakmayanı işten çıkarıyorlar. Öyle yoğun bir çalışma. Günde 14 saat çalışıyor bu insanlar. Gerçekten çok korkunç. Biz sadece ihtiyaç kadar üretim yaptık. Edisyon sonlarında elimizde kalan herhangi bir kıyafet olmuyordu. İade veya beden değişimi için atölyemize dönen kıyafetlerin de bakımlarını yaptıktan sonra bir sonraki müşterisine gönderdik. Çalışanlarımız kendimiz eğittiğimiz ve üretim sürecinin doğrudan içinde bulunduğumuz için kıyafetler hatasız şekilde dikildi. Dolayısıyla atık ve ıskart oranımız %2 idi. Sipariş sürecinde müşteriyle doğrudan iletişimde olduğumuz için de iade oranımız %3 civarındaydı. Evet evet oldukça düşük. Siparişi geldiği zaman birlikte çalıştığı terziye diktiren birkaç marka var diyebiliyorum. Ama bizim ölçeğimizde ki her gün atölyeden yazın çok yoğun çalışıyorduk. O zaman bile günde 20 tane 20 basit dikim elbise çıkarabiliyorduk. Ve bunlar sadece siparişi gelen kıyafetlerden. Üretim kapasitemiz aslında bu modele göre oldukça yüksekti. Ve işte işimizi bilerek sipariş veren insanlar kadar bilmeden sipariş veren insanlar da oldu aslında. Tabi şimdi bir alışkanlık gelişti. Sipariş verdikten hemen sonra onun kargoyu teslim edildiğini söyleyen bir mail almayı bekliyorsunuz. Bu sürede 2 günü geçince firmaya hemen mail atıyorsunuz. Biz bu şekilde gelen mailleri sipariş sürecimize anlatan bir bilgiyle dönüş yapınca insanların da çok hoşuna gidiyordu. Satın aldıkları kıyafetlere verilen değeri görmek. İnsanların da o kıyafete verdiği değeri değiştiriyor aslında. Yani herkes güzel giyinmek ister ancak giydiği kıyafetin hikayesini bilmek onunla arasında daha derin bir bağ kurmasını sağlıyor. Ve o kıyafet öyle hemen gözden çıkarılacak bir şey de olmuyor. Biz hep buna arzuladık. İnsanların senelerce severek giyecekleri kıyafetler tasarlamak. Öyle de oldu yani. Yok hayır etmiyor. Üretimi sonlandırdık. Şu an bu işte geçtiğimiz yaklaşık 10 sene içinde tasarladığımız modellerin kalıplarını dijital olarak satıyoruz. Etsy'de bir mağaza kurduk. Burada kalıplarımızın dijital formatta indirilebilir versiyonları var. İnsanlar kendileri dikmeye devam edebilirler. Bu da aslında sürecin ve yavaş modanın bir parçası. Fashion Revolution zaten 2013'de Rana Plaza yıkımının ardından bir uyanış motivasyonu ile kuruldu. İsterseniz biraz bahsedeyim. 24 Nisan 2013'de Bangladeş Dakka bölgesinde bulunan ve uluslararası birçok giyim markasının üretimini yapan çok kat tekstil imalathanesi Rana Plaza çöktü. Ve 1134 kişinin ölümüne 2500 kişiden fazla insanın da yaralanmasına sebep oldu. Ölenlerin çoğu kadın işçiydi. Bu yaşanan felaket tekstil sahiline en büyük işçi kazası olarak geçti. Ve en büyük yapısal hata olarak da kayıtlarda yerini aldı. Binada çalışan işçiler REN aylar öncesinden belirttikleri tedirginlikler ve binadaki çatlaklar göz ardı edilerek yapı denetimi raporu geçer not aldı. Üretimi haftalarca devam edildi. Birçok markanın Rana Plaza'da üretim yatsını inkar etmiş olsa da enkazdan çıkan giysiler ve etiketler aracılığıyla markaların isimlerini de ortaya çıktı. Burada bir Türk markası da var. Fashion Revolution'da yaşanan bu facianın ardından tekstil sektöründeki işçilerin haklarının teslim edilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi üzerine çalışmaya başladı. En yaygın kampanyası da Who Made My Clothes iletişimi. Fashion Revolution Week'de her sene 24 Nisan tarihine kapsayan hafta boyunca yürütülen moda aktivizmi hareketi. Toplumun üzerinde farkındalık ve mobilizasyon sağlayarak dipten gelen bir yaptırım talebi toplamı aslında. Clean Clothes kampanyada 30 yılı aşkın bir süredir küresel bir dayanışma ağı oluşturdu. Hollanda'da başlayan spontane sokak hareketlerinden Tayland'daki Trim fabrikasında grev yapan kadınları desteklemeye çeşitli ama gelişik stratejiye sahip gerçek anlamda küresel bir ağ haline geldi. Biz kendi iletişimimizde atölyemizi, kıyafetlerin dikim ve paketlenme aşamalarını göstermeyi her zaman tercih ettik. Ve yaptığımız işte gurur duyduk ve bunu Instagram hesabımızdan paylaştık. Yani bu Who Made My Clothes'un biraz dayattığı demek durumundayım burada maalesef. Biz orada bir iletişime geçmiştik ama o tanımlı fondaki kağıdın tutulması gerektiğine dair bazı şeyler var. Bu anlaşılabilir bir şey. Kötü koşullarda çalışan insanların vurgu yapmak açısından. Ama bizim öyle bir trajedi sergilenmiyordu. Biz aksine çok aydınlık bir atölyede çok iyi şartlarda üretim yapıyorduk. Ve bunu öyle bir kağıda gereksinim duymadan çok olağan olması gereken bir şeydi bizim ve bu şekilde paylaştık. Kendi aktivizmimizi dile getirecek bir başka iletişim daha yaptık aslında. Friday Effects adında. Tabii Friday Effects bizim Nisan 2020'de başladığımız bir iletişimdi. Pandeminin yeni patladığı ve insanlara yaşamsal konuları ve seçimlerini sorgulattığı bir dönemin içinden dönüşerek çıkabileceğimiz bir tünel olması umuduyla moda endüstrisinin çarpık işleyişi hakkında veriler sunmaya ve bu işleyişe karşı ne yapabiliriz onu tartışmaya başladığımız bir seriydi. Bir aksilik olmadığı sürece de her cuma Instagram hesabımızdan ve internet siteminizdeki ilgili blog sayfasından Endüstrinin iklim krizi, insan hakları ihlalleri ve ahlaki bozulmaları ile alakalı gerçekleri paylaştık. Başlarken bir yerde tıkanır mıyız, bunu ne kadar götürebiliriz gibi soru işaretlerimiz olmuştu. Ancak ne yazık ki dünya öyle bir yere dönüştü ki hiç verisiz veya habersiz kalmadık. Friday Effects bizim için bir bayrak sallama yöntemiydi aynı zamanda ve biz bu işleyişe karşıyız ve bunu dile getirmenin bir yöntemini bulduk demekti. Evet ve hatta şöyle oldu, biz bunu yapmaya başladıktan sonra sadece bu bilgiler üzerine odaklanan Instagram hesapları açılmaya başlandı. Bu çok sevindirici bir şey yani. Evet, güzel tartışmalar oluyordu paylaştığımız postların altında vs. Yok şu an devam etmiyoruz, üretimimizi durdurduğumuzdan beri marka hesabında da bir dönüşüme gitmeye başladık ama planlarımızın arasında yer alıyor. Ben zaten yazmaya da devam ettiğim için oradan devam ediyorum bu konulara vurup yapmayı. Açık konuşmak gerekirse bir kaosa sürüklendiğimizi düşünüyoruz. Yani geçtiğimiz senelerde ufak da olsa içimizde bir umut vardı ancak özellikle yapay zekanın da böylesi hızlı evrimleşmesi bizi oldukça korkutuyor. Ciddi bir çalışan kıyma olacak gibi görünüyor. Bu ekonomik dengeleri değiştirecek ve hali hazırda dünyada yükselişe geçen sağ politikalar güç kazanacak. Onlar da yeşil yaptırımları ikinci hatta üçüncü plana itecekler. Bu gelişmeler zaten emeklemekte olan yeşil dönüşümün önünü ciddi şekilde tıkayacak ve zaten açtığımız 1,5 santigrat derecelik sıcaklık limitini kısa süre içinde hızla katlayacağız gibi görünüyor. Yani siz ne kadar gözden çıkarttığınız kıyafetlerinizi geri dönüştürülmesi için ilgili kutulara atsanız da o kıyafetlerin ömrü Güney Afrika sahillerinde, okyanus kıyısında, diğer atıkların arasında devam ediyor. Yeşil enerjide altında dikilen rüzgar türbünlerinin pervaneleri üzerinden 10 sene geçtikten sonra geri dönüş sürülmeleri maliyetli olduğu için çöllere atıldı mesela. Burada nasıl yeşil enerjiden bahsedebiliriz? Ya da karbon salınımını azaltmak için dönülen elektrikli otomobillerin iklim krizi üzerindeki etkilerini okumaya 3-4 sene sonra başlayacağız. Çünkü o lityum bataryaların da ömürleri var ve çıkarılmaları da zaten ayrı bir trajedi. İklim krizinin tetiklediği insani krizler de var. Öngörülemeyen ve artık önüne geçinmeyen doğal afetler nedeniyle insanlar hayatlarını veya yaşam bölgelerini kaybediyor. Bu kayıpları en derin hissedenler ise kadınlar ve kız çocuklar. Sosyal hakları erişimde zorluk çeken bu kesim temel hak ve özgürlüklerini de kaybediyor. Bunları konuşmaya sıra bile gelmiyor. Çünkü her şey çok tepeden ve çok göstermelik ilerliyor. Sürdürülebilirlik evet, bireysel çabalarla ruhsal bir iyileşme getirebilir hepimize. Ancak büyük resimde her şey daha kötüye gidiyor ve bunun önüne geçecek olanlar karar alıcılar ve karar yapıcılar. Yani hükümetler ve büyük sarmaya sahipleri. İklim krizini önlemeye yönelik tüm vaatler 2030'a dayanıyor. Çünkü kimse 6 sene sonra o koltukta oturmayacağını, otursa bile hesap vermek zorunda olmadığını biliyor. Dolayısıyla kimse gerçek anlamıyla bir şey yapmıyor. Krizin sorumlusu firmalar iklim panellerine sponsor olmaya devam ettiği sürece ya da dünya liderleri çevre konuşmak için dünyanın en büyük petrol üreten ülkesini tercih ettiği sürece hiçbir şey iyiye gitmeyecek. Örneklikle ihtiyaç odaklı alışveriş yapın derim. Yani bir kıyafet gördüğünüzde kendinizi biraz zaman tanıyın. Anlık satın alma dürtüsünün geçmesini bekleyin ve düşünün. Yani bu kıyafete gerçekten ihtiyacım var mı? Her yeri giyebileceğim veya gardırobundaki diğer kıyafetler uyum sağlayacak kadar çok gönderim yoksa sadece az önce başka bir ününün üzerindekine benzediği için mi beğendim? Yani bu soruları kendinize sormanız gerekiyor. Ve şuna kendinizi ikna etmemiz gerekiyor. Herkesin bedeni eşsiz ve hazır giyim kıyafetler herkesin üzerinde aynı şekilde durmaz. Sırf trend olduğu için üzerinizdeki duruşunu beğenmeyeceğinizi bildiğiniz yani hani bu kadar vurguluyorum bunu beğenmeyeceğinizi bildiğiniz bir kıyafet satın almayın. Çünkü internet üzerinden sipariş ettiğiniz o kıyafeti denediğinizde üzerinizdeki duruşunu zaten beğenmeyeceksiniz. Ve onu iade edeceksiniz. Hazır giyimdeki iade oranları şu an %50 seviyelerinde. Bu oranın büyük kısmında anlık satın alma pişmanlıkları oluşturuyor. Bu motivasyonda endüstri logistik ayağındaki karbon salınımı hanesinin ciddi oranları şişiriyor. Bir de iade edilen kıyafetlerin operasyonu sorunu var. Birçok büyük marka iade operasyonlarının yönetimdeki zorluklar nedeniyle bu kıyafetleri gözden çıkıyor. Yani sizin internetten satın alıp iade ettiğiniz kıyafet ya katı atık alanlarına dökülüyor ya da yakılıyor. Yeniden satışa çıkmıyor. İkinci olarak etiketleri ve açıklanmaları okuyun. Etiketlerle satın aldığınız kıyafetin hangi el yaplardan üretildiği oranlarıyla yazılar. Sen dikişerikli kıyafetleri satın almamaya özen gösterin. Hızlı modanı bir senede ürettiği 100 milyar aşkın kıyafetin %70'liğinin ham maddesi petrol. Ve bu kıyafetler çamaşır makinesine her girişlerinde bıraktıkları mikro el yaplarla okyanusları kirletiyor. Eğer kıyafet ömrünü doldurduğunda onu geri dönüştürmek isterseniz karma kumaş dediğimiz doğal da olsa farklı birleşenlerden dokunmuş el yaplardan kaçırmalısınız. Zira mevcut kumaş geri dönüşüm sistemleri el yapları ayrıştıramıyor. Yani keten pamuk karışık dokunmuş eteğinizi geri dönüşüme gönderemezsiniz. Ya saf keten ya da saf pamuk olması gerekiyor. Tabi etiketleri okurken de şüpheci olmanız lazım. Şöyle bir strateji de uygulanıyor. Kıyafet sensitif el yaptan üretilmiş ancak üzerindeki kumaş etikette %100 organik pamuk yazıyor. Daha sonra anlaşılıyor ki bu gerçek bir hikaye. Daha sonra anlaşılıyor ki kıyafetin kendisi değil o kumaş etiket %100 organik pamukmuş. Yani tüketiciyi yanıltmak için hızlı moda markaları sayesinde böyle adımlar da atılıyor. Oldukça vahim. Etiket üzerinde kıyafetin nerede üretildiğine bakın. Gerçi bu bilgi de çok sağlıklı değil. 2017 sayesinde BBC News İspanyol hızlı moda markasının Made in Morocco etiketli pembe liyosal elbisesinin yaşam süresinin peşine düşmüştü. Keşfettikleri şu oldu. Elef Avrupa ormanlarında yetiştiren ağaçlardan elde edilmiş. Mısır'da iplik haline getirilmiş. Çin'de kumaş olarak dokunmuş. İspanya'da pembeye boyanmış. Fasta kesilip dikilmiş. Yeniden paketlenmek ve buradan markanın dünyanın üzerindeki 93 farklı ülkesindeki mağazalarına dağıtılmak üzere de İspanya'ya gönderilmiş. Bu uzun parçalı tedarik zinciri moda endüstrisi için son derece olağan ve tam da bu yüzden markalardan daha fazla şeffaflık talep edilmesi gerekiyor. Sadece parçaları nerede birleştirdiğini değil, bu yolculuğa dahil olan her adım ve insan hakkında soru sorabilmek ve doğru cevapları almak önemli. Dolayısıyla lokal olana yönelmek, aynı coğrafya içinde üretilme ve satış yapan markaları desteklemek elzem. Stilinize hitap eden, gardırobanızdaki diğer kıyafetlerin yanında yabancılık çekmeyecek, uzun süre kullanabileceğiniz kıyafetlere yatırım yapmanızı tavsiye ediyorum ben. Kıyafetlerinize değer verin ve değer vereceğiniz kıyafetler satın alın. Kıyafetlerinize değer verin ve değer vereceğiniz kıyafetlerin satın alın. Kıyafetlerinize değer verin ve değer verin. Hoşçakalın.