Home Page
cover of Üç Nokta en son
Üç Nokta en son

Üç Nokta en son

00:00-21:15

Nothing to say, yet

0
Plays
0
Downloads
0
Shares

Transcription

The podcast episode discusses the topic of procrastination. The speaker shares their personal experience with procrastination and how it has affected their life. They explore the reasons behind procrastination, such as feeling overwhelmed and focusing on the end result. The speaker also mentions the influence of parental figures and the fear of not meeting their expectations. They introduce the concept of "structural procrastination," where individuals may be actively engaged in other tasks while delaying a specific task. The speaker suggests strategies to overcome procrastination, including understanding the underlying reasons and facing fears, as well as breaking tasks into smaller, manageable parts. Devaplanmamış sorular, tutulmamış yaslar, hapsolmuş duygular, açıl kalan kapılar, üç nokta olurlar, üç nokta olurlar, üç nokta olurlar. Üç noktanın ilk bölümünden hepinize merhaba. Bu podcast'in konusunu ertelemek olarak belirledim. Neden ilk konu bu? Aslında biraz önce buradan bahsetmek istiyorum sizlere. Çünkü bu aslında müthiş bir dualita barındırıyor kendi içerisinde. Ben kendi hayatımda bolca yapmam gereken şeyleri erteleyen biriyim. Eminim ki dinleyenleriniz arasında benim gibi olanlar da vardır. Ve ben podcast yapmayı da erteliyordum. Ve sizlerle buluşmamı, size karşı sesimi duyurmayı önleyen bu erteleme o kadar benim ayağıma dolandı ki dedim ki ben bu konuyu ele almalıyım galiba en başta. Sonra böyle yakın çevreme de baktığımda, işlerini ertelemekten uzayıp olan insanları da gördüğümde hepimizin ortak bir şeyler bulabileceğini düşündüm bu konu sayesinde. Ve başladım bununla ilgili araştırmalar yapmaya. Elimden geldiği kadar böyle elimde olan notlar üzerinden size bu erteleme üzerine fark ettiklerimi anlatmak istiyorum. Öncelikle ertelemenin nedenlerinden başlayalım. Dr. David Burns'un İyi Hissetmek isimli bir kitabı var. Ve bu kitapta aslında ertelemenin sebepleri olarak birkaç tane madde gösteriyor. Bunlardan bir tanesi aslında kendimizi fazlaca bunaltmak. Çok fazla iş alıp işin içinde boğulmak. Ben mesela çok fazla hızlıca yeni işlere atılan birimdir ve o an halledebileceğime inanırım gerçekten. Ama sonra bir bakarım ki böyle hepsi o kadar ağır yükler ki hepsini tek tek kaldırdığımda aslında taşıyamayacağım kadar fazla olduğunu fark ederim. Ve hiçbirini de tamamlamayı yetiştiremem. Yani kendime de haksızlık etmeyeyim. Tabii ki tamamladıklarım da var içlerinde ama böyle çok fazla iş yükü olduğu için zaten hangi birini yapsam da bitiremeyeceğim diye düşünerek hiçbirini yapmamayı tercih edip uyuduğum zaman çokça olmuştur. O yüzden bunun ertelemenin sebeplerinden olabileceğini düşünüyorum. Diğer taraftan sonuca odaklanmak. Yani mesela yine ertelediğim şeylerin başında gelen İngilizce. Benim artık baş belası diye adlandırdığım bir şey. Ve şöyle bakıyorum ne yaparsam yapayım anadilim gibi İngilizce konuşamayacağım ki zaten. Başlasam ne işe yarayacak ki? Ne kadar ilerleyebileceğim ki? Ya da podcastimle ilgili de mesela. Şu an böyle bir şey çeksem yakın terörhaneden başka kim beni dinler ki? Gibi düşünerek aslında sonucun istediğim gibi olmayacağına inanarak bunu yapmaktan vazgeçme hali. Bir diğer sebep etiketlemek. Belki siz de ailelerinizde yaşamışsınızdır. Of sen de ne kadar tembelsin ya. Yani bir başladığın işi devam ettirmiyorsun. Ay sen de valla baya bir maymun iştahlısın yani. Başlayıp bırakıyorsun, başlayıp bırakıyorsun. Başlayıp bırakıyorsun, başlayıp bırakıyorsun. Bir işini de sonuna getir bari be kızım, oğlum. Ya da her şeyi son güne bırak zaten. Aman bir şey de zamanda yetiştireyim deme. Her zaman işini yarına bırak olur mu? İşte böyle etiketlemelere maruz kaldığımızda bunlar biz büyüdüğümüzde artık bizim kendi iç sesimize dönüşüyor. Yani çocukken bakım verenlerimizin bize söyledikleri büyüdüğümüz zaman bizim iç sesimiz haline geliyor. İşte tam da bu noktada benim çok çok sevdiğim bir yazar, eminim ki önümüzdeki bölümlerde de bolca adından söz edeceğim size. Nihan Kaya'nın Erteleme isimli kitabı burayı çok güzel ele alıyor. O ertelemeyi şöyle yorumluyor. İçimizdeki çocuğun iç sıkıntısının bize sesini duyurma biçimi olduğunu söylüyor. Peki nedir bu içimizdeki çocuğun iç sıkıntısı? Anne babayı memnun etmeme korkusu. Yani değerlendirilme kaygısı yaşıyor içimizdeki çocuk. Ve onların memnun olmayacağını düşünerek o kadar çok korkuyor ki yanlış bir şey yapmaktansa hiçbir şey yapmamayı tercih ediyor. Ve dışarıdan bakıldığında da bu tip kişiler oldukça gamsız, umursamaz, böyle ağustos böceği gibi tanımlanan kişiler oluyor. Aslında temelde o kadar yoğun bir mükemmelliyetçilik hali var ki böyle durumlarda da aslında ebeveynlerin çok fazla kusuru odaklı olabildiğini görüyoruz. Böyle kişilerin çocukluk dönemlerine bakıldığında yani fazlaca her şeyi kontrol etmeye çalışan günümüzde helikopter ebeveyn diye tanımladığımız aslında böyle dur dur sen yapamazsın ben hallederim diyen ya da çocuğun giyeceği kıyafetten tutumda dinleyeceği müzik tarzına ilişki kuracağı arkadaşlarına kadar her şeye karışan ve her şeyin kendisinin kontrolünde gitmesini isteyen yaşından çok daha küçük bir çocukmuş gibi davranarak ona sosyal hayatında ev hayatında sorumluluk vermeyen ebeveynlerin çocuklarında ya da sürekli eksik ve kusuru söyleyen düzgün otur şunu şöyle yapma bunu böyle yapma gibi sanki böyle uyarı moda açık bir robotmuş gibi sürekli ona nasıl davranması gerektiğini söyleyen ebeveynlerin çocuklarında bu erteleme davranışının daha da yoğun olduğunu aslında gözlemliyoruz. Hiç önemsemediğimiz için değil tam tersine çok önemsediğimiz için erteliyoruz. Peki kendimize kötü yapma hakkı tanımadan iyi yapmayı öğrenebilir miyiz? Albert Einstein mesela hepimizin bildiği gibi çok ünlü bir fizikçi ve bilim insanı ama tarihte berbat bir hoca olduğu söyleniyor. Başarılarına gıptayla baktığımız insanların da kötü işler yapabileceğini bilmek o zaman ben de kötü işler yapabilirim dedirtir. Hem de kusur aslında bizim yaşadığımızı gösteriyor. Oğuz Atay tutunamayanlar romanında kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım, kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım der. Kötü bir resmi sevme hakkını içimizde duyabilirsek aslında onu asma korkumuz da olmaz. İşte bu yüzden de Nihan Kaya diyor ki iyinin karşısı kötü değil mükemmelliyetçiliktir. Ertelemenin nedenlerinin birinin de aslında ebeveynlerin çocuğun elinden kontrolü ve gücü alması olduğunu gözlemliyorum. Yani daha önceden de belirttiğim gibi çocuğa susaklı tanınmadığında hayatına dair kararlar alması konusunda fırsat verilmediğinde çocuk da böyle bir durumda kontrolü ve gücü kendi üzerine hissedebilmek için ona verilen rol ve sorumlulukları erteliyor. Ve diyor ki evet ya güç bende, evet ebeveynime karşı gösterebileceğim başka bir gücüm yok ama onun söylediklerini onun söylediği zamanda yapmamanın bende müthiş bir güç uyandırdığını fark ediyorum diyor. Ve buna uygun bir şekilde aslında erteleme davranışına başvuruyor. Tabi ki bunu bilinçli bir yerden dur ben böyle erteleyeyim de bir şeyleri kontrolü ve gücü kendi elimde hissediğim gibi bir yerden yapıyor. Tamamen bilinç dışının aslında bir etkisi. Ve bu yüzden de büyüyüp yetişkin olduğunda her otorite figürü ona anne ve babasını hatırlattığı için otorite figüründen gelen rol ve sorumlulukları ertelemeye devam ediyor. Örneğin bir üniversite hocasının ona verdiği bir sunumu son güne kadar yapmaması gibi. Ya da yine iş yerinde teslim edilmesi gereken bir projenin son güne kadar yapılmaması gibi. Yani siz bana 10 günlük bir teslim süresi veriyorsunuz ama onu hangi gün yapacağıma işte ben karar veriyorum. Ya da işte bazı eğitimlere ya da gidilmesi gereken iş saatinden daha geç gitmek gibi. İşte tüm bunların da ertelemenin nedenleri arasında olabileceğini düşünüyorum. Bir de ben bu konuda araştırma yaparken bir kitap keşfettim. Belki sizler biliyorsunuzdur. John Perry'nin Erteleme Sanatı isimli kitabı. Zaten bu podcastı çekerken edindiğim tüm kitapları sizlerle paylaşıyor olacağım. Yine linkten bulabilirsiniz. Bu kitapta da yapısal ertelemecilik isimli bir kavramdan söz ediyor. Aslında şunu savunuyor. Ertelemeciler nadiren hiçbir şey yapmaz. Temel fikir ertelemenin hiçbir şey yapmamak anlamına gelmemesidir diyor. Biraz karmaşık gözüktüğünün farkındayım. Aslında şunu söylemeye çalışıyor. Örnek veriyorum sizin şu an 2 ay içerisinde yetiştirmenizin gerekli olduğu ve yapmanız gereken bir iş var. Ve siz bunu yapmayı erteliyorsunuz. Ama arka planda aslında pek çok iş yapıyorsunuz. Yani işinizle ilgili belki bir sunum hazırlamamız gerekiyor. Arka planda onu hazırlıyorsunuz. Ya da evinizde artık giymediğiniz kıyafetleri ayıklamaya başlıyorsunuz. Bir yandan bir hobi kursuna yazılmışsınız. O hobi kursu ile ilgili çalışmalar yürütüyorsunuz. Ama ama işi hala yapmamış haldesiniz. Ama onunla bir teslim süresi var. İşte en sonunda onu bırakıyorsunuz. Ve aslında o iş de tamamlandığında hem o mecburiye olan şeyi bitirmiş. Hem de arka planda pek çok işinizi de tamamlamış oluyorsunuz. Bu yüzden de yapısal ertelemeciliğin aslında işlevsel bir şey olduğunu söylüyor John Perry. Ve kendimi de ben bu kategoriye baya yakın gördüm açıkçası. Çünkü arka planda pek çok iş yaptığımı fark ettim. Bu da ertelemenin belki işlevsel gibi gözüken tarafı olarak görebiliriz. Peki ne yapsak da şu erteleme işi ile aramızı düzelsek diye soracak olursanız. Aslında başta da belirteyim gibi. Ertelemenin çocuk parçamızın bizimle ilgili hangi sinyali verdiğini duymamız gerekir başta. Eğer sebebi başarısızlık korkusuysa. Bununla ilgili olarak Sanatçının Yolu isimli bir kitapta enfes bir çalışmadan söz ediyor. Her sabah kalktığımızda hiçbir şey yapmadan bilinç akışınızı 20 dakika boyunca not edin diyor. Buradaki amaç şu aslında. Sabah uyandığımızda yapmayı istediğimiz işlerimizle ilgili zihnimizde bazı bir takım felaket senaryolarının oluştuğunu bildiği için. Ertelemeye eğilimi olan insanların bunu yapmasını özellikle öneriyor. Ve bunu yaptıktan sonra da kişinin erteleme davranışında anlamlı bir azalma olduğunu gözlemlemişler. Yani aslında zihninizdeki en kötü olanla yüzleşmek ve zihnimizde onun en kötü olmadığını fark ettirme çalışması bu bir bakıma. Ve bunun çok işlevsel olduğu söyleniyor. Bir diğeri aslında az zorlanmak. Yani nasıl ki spora gittiğimizde düşük ağırlıklarla başlıyorsak spora. Ruhsal egzersizler de böyle oluyor olmalı. Yani önce az zorlanıyor olmalıyız. Bunun için de Japonların kaizen yöntemi oldukça işe yarar. Küçük parçalara böl ve takdir et. Yani ben de mesela bunu hiç yapmadığımı fark ettim. Bir ajanla tutuyorum bir süredir. Ama ben buraya bir sunum yapacağım günde not alıyorum. Süpervizyona katılacağımda not alıyorum. Kendi terapi seansımı not ediyorum. Ama aslında evin işlerini hiçbir şekilde not etmiyorum. Ya da gündelik olarak bir kargoyu olamam gerekiyor. Bunu not etmiyorum. Bunlar sanki zaten gündelik işler. Bunlara zaten bir zahmet yazmama gerek yok. Yapmam gerekiyor gibi bir aslında kendime karşı oldukça öz şefkatsiz bir yerden yapıyorum bunu. Ve böyle olduğu zaman da sanki gün içinde çok az iş yapmışım gibi gözüküyor. Oysa bir bakıyorum her saatim dolu geçmiş bir sürü bir şey yapmışım. Ama ben onların hiçbirini kayda değer görmüyorum. Oysa bunları çok daha küçük parçalara ayırıp. İşte bugün 20 dakika boyunca bir dizi izledim. Sunumumla alakalı bazı görseller buldum. Yurt dışına gitmek için vize başvurusunda bulunduğum gibi. Böyle yaptığım tüm işleri not etsem ve sonrasında bunu teklif olsam. Bu da benim aynı zamanda içsel motivasyonumu arttıracak. Ve gün içinde pek çok halledebildiğim iş. Benim yapmayı istediğim ama ertelediğim pek çok işe de içsel bir motivasyon kaynağı olacak. Bir de yine benim çok yaşadığım bir şey. Mesela diyelim kendime her gün 15 dakika kitap okuma süresi veriyorum. Ve bunu yapmadım. Bunu yapmadığımda hemen cezalandırıcı ebeveyn parçam devreye giriyor. Ve diyorum ki sana bugün hiç kitap okumadın. Yarın bir saat boyunca kitap okuyacaksın. Aslında bütün sorun iç sesimizin kendimize karşı sertleşmesinden kaynaklanıyor. Evet belki bir dönem bu sertleşmeyi yaşatan kişi biz değildik. Ama büyüdükçe bu artık kendimize dönüştü. Dolayısıyla bunu değiştirmek de şu an bizim elimizde. Şu an bakım edenlerimiz böyle bir eleştirel seste bulunmasalar bile biz artık bunu kendimize yapmaya devam ediyoruz. İşte bu anlamda ertelemenin en önündeki engel aslında biraz öz sevkat. Ya bugün de senin dinlenmeye ihtiyacın vardı. Her gün 15 sayfa kitap okumalısın ya da 15 dakika kitap okumalısın. Bu melimalılar aslında bizim erteleme davranışımızı daha da çok arttırıyor. Kim söyledi ki bunun böyle olması gerektiğini. Ve biraz bedenime dikkat vermek, ihtiyacıma dikkat vermek, bir makine olmadığım gibi her gün aynı duygu durumu içinde de olamam, her gün aynı heveste de olamam yapacağım işlerle ilgili. Bir parça kendime tırnak içinde o tembellik yapma hakkını, bir şey yapmama hakkını kendime vermek ve kendime şefkatli bir sesle bugün de buna ihtiyacın vardı. Yarın yine devam edersin. Bugünün yapmadıklarını yarın çarpı iki katı kadarını yapmak zorunda değilsin demek. Bir parça aslında içimizdeki çocuğa da iyi gelecek ve onu o mükemmelliyetçiliğin kisvesinden kurtaracak. Aslında yine yeni öğrendiğim ve erteleme ile çok ilişkilendirdiğim bir kavram daha var. Tüm güçlü kavramı. Aslında bu sahip olduğumuz gücün tamamını hissedebilme olarak yorumlanıyor. Nasıl yani? Örnek veriyorum çocuk duvarı boyayabildiğinde aslında bu güce sahip olduğunu fark ediyor. Ama bizler duvarı boyadığı için çocuğa kızdığımızda çocuk duvarı boyayabilme kapasitesini ve gücünü artık içinde az önce duyduğu gibi duymamaya başlıyor. Ve bu anlamda aslında sadece çocuğun duvarı boyayabilme gücüne değil, duvar temsili üzerinden başka bir şey de yapabilme gücüne ket vurulmuş oluyor. Çocuk yetişkinin kızacağını bildiği halde duvarı boyamaya devam etse bu durum değişmeyecek. Doğuştan gelen ve tam olan harekete geçebilme kabiliyetinden eksilmiş bir güçle yapmakta artık bunu. Yani tüm güçlü sözcüğü kendi gücümüzün tümünü ifade ediyor. Ve biz buna doğuştan zaten sahibiz. Fakat daha sonrasında yetiştirme tarzımız sebebiyle bunu kullanamıyoruz. Ve şimdi büyük bir yetişkin olduğumuzda artık bize duvarı boyayamazsın, bunu yapamazsın diyen bir yetişkin yok belki hayatımızda. Ama biz tüm güçlülük kavramımızı çocukken çoktan kaybettiğimiz için hala bu eksik güçle hayatımıza devam ediyoruz. Ve belki o dönemler ebeveynlerimize karşı dik durabilme gücüne sahip olmadığımız için bir çocuk olarak elimizde bavulumuzu alıp bu evi terk edemediğimiz için çaresizlikle ve umutsuzlukla boyun eğdik. Ve belki bu yüzden de pek çoğumuz etraf tarafından sırf bu tüm güçlülüğümüzü kaybetmemizden dolayı bizi iyi çocuk olarak tanımladılar ve bizi bununla övdüler. Oysa biz tam anlamıyla tüm güçlülüğümüzü kaybetmiş bir çocuktuk. Belki aramızda böyle olmayanlarımız vardır ama yetiştirenler olarak baktığımda ben pek çoğumuzun böyle olduğunu düşünüyorum açıkçası. İşte şimdi yetişkinlik hayatımızda bu anı kaybettiğimiz zamanları bulabiliriz. Aslında doğuştan yapabildiğimizi düşündüğümüz ama sonradan kendimize inanmadığımız neler var? Belki bunları fark etmeye ihtiyacımız var. Ve sizinle konuşurken de şu an yaşadığım bir şey daha söz etmek istiyorum. O kadar çok melimalı kullandığımı fark ettim ki bu podcastı çekerken. Iğlamamalısın sıla, nefesini doğru kullanmalısın sıla gibi böyle. Ama aslında kim söylüyor bunları bana? Yani iyi bir podcastın nasıl olması gerektiğini kim öğretmiş olabilir bana? İşte biz bu melimalılarımız yüzünden kusurlarımızı görmezden gelip ya da kusurlarımızı örtbas etmeye çalışıyoruz. Bununla ilgili çok dikkatimi çeken bir deneyimden bahsetmek istiyorum. Ben bu podcastı hazırlarken Nihankaya'nın erteleme izni bir webinarına katıldım. Ve Nihankaya eğitiminin ortasında eşine dedi ki bana bir tost hazırlayabilir misin? Çok açım. Ve bunu sesini falan kısmadan bu şekilde söyledi. Ve ben o kadar şaşırdım ki yani dedim ki nasıl ya? Yani böyle bir şeyi ben herhalde ne olursa olsun açlıktan ölüyor olsam bile hiçbir şekilde söyleyemem. Ve belki gizlice hatta belki katılımcılara söz verdiğim bir esnada böyle çaktırmadan mesaj atarım. Ve onu da eğitimin sonunda yiyebilirim ancak. Yani bunu asla yapamam diye düşündüm o an. Ve sonra baktım ki Nihankaya'nın burada tam da anlattığı şeyi kendisinin uyguladığını görmek beni o kadar rahatlattı ki. Çünkü dedim ki o da bir insan ve gerçekten de eğitiminin orta yerinde acıkmış olabilir, bir ihtiyacı olabilir. Ve bunu hiç çekinmeden söyledi. Ve benim gözümde Nihankaya daha mı başarısız oldu? Daha mı kusurlu oldu? Hayır. E peki başkasının kusurlu görmüyorken kendime neden bu kadar acımasızım? Kendimin hatalarını, yapamayışlarını. Evet şu an heyecanlandığım için sesini kontrol edemiyorum, yutkunuyorum, dil sürçmelerim oluyor. Anlatım bozukluklarıyla dolu cümleler kuruyorum belki şu an. Bunların hepsiyle de bir bütünüm aslında. Ve kusur kendiliğindenlik içeren bir şey. Yani kusur olduğu müddette yaşıyor oluyoruz. Herhalde o kadar makine gibi oluyor olsak canlı olmamızın da bir farkı kalmazdı. Bu tıpkı böyle ev yapımı şeyler gibi değil mi? Böyle ev yapımı örgüler olduğunda böyle kusurları daha çok olur. Ev yapımı bir seramik yaptığımızda daha böyle makinen çıkmış gibi pürüzsüz olmaz pürüzleri olur. Aslında biz de o pürüzleriyle var olmayı belki öğrenmeliyiz diye düşünüyorum. Ve yine Nihankaya'dan öğrenmiş olduğum bir kavram. Kristalizasyon yöntemi. Bu aslında biraz şununla ilişkili. Acıdan kaçıp halza odaklanmakla alakalı. Ne demek istiyorum? Mesela ben kendime şöyle bir yerden bazen görevlerimi yapmaya çalışıyorum. Ah şunu hemen yetiştirmeliyim yoksa berbat bir sunum olabilir. Belki de yine çocukken pek çoğumuzun bakım vereni bize bak öğretmenin şimdi kızacak. Bak annen baban şimdi şöyle söyleyecek. Hemen bunu yetiştir. Diyerek belki korku yoluyla bizim o rol ve sorumlulukları yerine getirmemizi sağlamasından kaynaklı. Bugün biz de kendimizi korkutarak yapmak zorunda olduğumuz eylemleri yapmaya çalışıyor olabiliriz. Ve işte Nihankaya'da diyor ki aksine tam tersi keyfi odaklanmak erteleme davranışının önüne geçer. Yine bununla ilgili çok sevdiğim doktor İngiliz psikanaliz Donald Winnicott şöyle bir şey anlatıyor. Eşi Claire Winnicott'la konuşuyorlarken bir yandan Donald Winnicott böyle Noel kartları hazırlıyor. Ve Noel kartlarının üzerine boyamalar yapıyor. Ve eşi ona diyor ki ya böyle çok kötü görünüyor yapmasam mı? Diyor. Hayır evet kötü göründüğünü biliyorum ama keyif alıyorum diyor. İşte kaçımız sadece keyife odaklanarak bir işi yapmaya çalıştık. Belki bizler de böyle sürekli kaçındığımız bir işi yaparken kendimize bir imaj belirlesek. Mesela ben şu an işte bu podcast çekerken örnek veriyorum. Birçok kişinin bunu dinlediğini, kendinden parçalar bulduğunu, belki buradan öğrendiği bir şeyle bakış açısını değiştirdiğini ve erteleme davranışını azalttığını dair bana bir mesaj attığını hayal etsem ve böyle bir imaj yerleştirsem. Ve bu imaj beni sabah erkenden uyandırıp bu podcastin montajını yapmamı sağlasa nasıl olurdu? Ah evet işte iki hafta sonra bu podcastı yetiştireceğimi söylemiştim herkese. Şimdi eğer yetiştiremezsem herkes bak işte böyle söylüyor ama hiç de planladığı gibi yapmıyor biz burada bekliyoruz hala yayınlanmadı derler diye kendimi uyandırıp bu acıyı hissetmemek için kendimi korkutarak bu podcastin başına oturmak yerine tersini yapabilirim. İşte bu anlamda da belki hepimiz şu an bunu dinlerken sizler de düşünebilirsiniz bir taraftan. Sürekli kaçındığınız, yapmak için böyle direndiğiniz neler varsa ona ait böyle yeni bir keyif aldığınız bir imaj belirler misiniz şimdi? Evet, dilerim dinledikleriniz iç sesinizin kendinize karşı sertleşme anlarını daha çok fark eder ve erteleme anlarınıza farklı bir yerden bakmanıza yardımcı olur. Diyerek ilk bölümümün sonuna geliyorum. Mark Twain diyor ki yarından sonraki günde yapabileceğin işi asla yarına erteleme. Evet sizinle üç noktalı cümlelerimi paylaştım ama ben sizlerinkini de duymayı çok istiyorum. Bu yüzden de her bölümün sonunda üç noktalı bir cümle paylaşacağım. Ve sizin de o yarım kalan cümleleri nasıl tamamladığınızı görmek istiyorum. Bu yüzden de Instagram'da psikolojik deniz menüsü hesabımda bir post paylaşacağım. O postun altına sizler de yarım kalan cümlelerinizi tamamlayabilirsiniz. O zaman hazırsanız ilk bölümün ilk üç noktalı cümlesi geliyor. Anladım ki ertelemek üç nokta. Altyazı M.K.

Listen Next

Other Creators