Details
Nothing to say, yet
Big christmas sale
Premium Access 35% OFF
Details
Nothing to say, yet
Comment
Nothing to say, yet
Alice Miller, bir psikanalist ve filozoftur. İstismar ve ihmali ele alan kitaplarıyla tanınır. Ancak Miller'in oğlu Martin, annesinin duygusal istismara uğradığını anlatan bir kitap yayınlamıştır. Alice Miller'in savaş döneminde yaşadığı travmanın etkisiyle kendini inkar ettiği ve kendi kimliğini gizlediği görülmüştür. Martin, annesinin yanlış davranışlarına rağmen kendi çocuklarını sağlıklı bir şekilde büyütmek için çaba göstermiştir. Bilimsel olarak, beyin yapısı ve duygusal travmalar arasında bir bağlantı olduğu belirtilmiştir. Alice Miller'in hikayesi, kendi iy Devaplanmamış sorular, tutulmamış yaslar, haftolmuş duygular, açılıp kalan kapılar, üç nokta olurlar, üç nokta olurlar, üç nokta olurlar. Üç noktanın ikinci bölümünden hepinize merhaba. Söküp dikemeyen bir terzi olarak ve artık şu cümleleri duymaktan çok muzdarip bir psikolojik danışma olarak, esla yani sen de bu meslekte olup böyle düşünüyorsan, esla yani bir de bu meslekte olacaksın, sen de bu sorunu halledemiyorsan artık, siz daha iyi bilirsiniz tabi bu meslekte olan biri olarak, yani tabi öyle lafta söylüyorsunuz ama uygulaması kolay olmuyor değil mi filan diyenler oluyor çevremde ve bu cümleler kurulurken bazen bizim de bir insan olduğumuzu, bizim de olumsuz yaşam deneyimlerimizin olduğunu, bizim de çocukluk geçmişimizde yoğun ya da küçüklü büyüklü travmalarımızın olduğunu unutulduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de bu kanıyan yaramı size açmak istedim. Bu anlamda benim için çok çarpıcı bir yazar ve psikanalist var. Alice Miller ismi belki içinize duyanlarınız olmuştur. Polonya'da doğmuş, Yahudi kökenli bir psikanalist ve filozof aynı zamanda. Alanyazında pek çok kitabı var. Bu kitapların isimlerini de zaten sizinle paylaşıyor olacağım açıklama bölümünde podcast'te. Sökük dikemiyen terzi olmaya dair çok iyi bir örnek olduğu için bu anlamda Alice Miller'in hikayesini paylaşmak istiyorum sizinle. Alice Miller 1979 yılında Yetenekli Çocuğundurum'u adlı bir kitap yayınlıyor ve ebeveynin istismarı ve ihmali üzerine başucu sayılabilecek bir kitap. Ve pek çok insan bu kitap sayesinde çocukken uğradığı duygusal ihmalin ve istismarın boyutunu daha iyi anladıklarını ve bu kitabın ve Alice Miller'in onların iyileşmesindeki en önemli araçlardan biri olduğunu söylüyor. Ve gerçekten de Alice Miller'in kelimeleri pek çok insanın yaralarını sarmasına ışık tutmuş bir yerde. Ama Alice Miller'in oğlu Martin Miller geçtiğimiz yıllarda Yetenekli Çocuğun Gerçek Dramı isimli bir kitap yayınlıyor. Martin, annesi tarafından ciddi bir şekilde duygusal ihmali ve istismara maruz kaldığını anlattığı kitabını yayın evleri Alice Miller çok ünlü bir isim olduğu için yayınlamak istemiyorlar. Kitap ancak Alice Miller öldükten sonra yayınlanabiliyor ve Martin Miller diyor ki eğer annem hayattayken bu kitabı yayınlasaydım zaten bu mümkün olmazdı. Elindeki bütün gücü kullanır ve kitabı bir şekilde yok ederdi. Annem çok nüfuzlu biri olduğu için kendimi terapi almak istediğimde bile pek çok terapist benimle çalışmak istemedi diyor. Yani bu gerçekten çok çarpıcı bir noktada. Düşünebiliyor musunuz yani bir psikanalisisiniz ve bir ebeveynsiniz ve kendi çocuğunuzun iyileşme sürecini sadece adınız bu anlamda kötü anılacak ve bildiklerinizi uygulayamayan bir ebeveyn olacağınızı ve bunun birçok iş tarafından öğreneceğini düşünerek çocuğunuzun iyileşme sürecini de baltanıyorsunuz. Peki fikirlerine oldukça saygı duyulan kitaplarında çocukların haklarına saygıdan çocuklara yapılan duygusal istismar eden bu kadar bahseden bir uzman olarak anne Alice neden bu kadar farklı biriydi? Martin'i daha bebekken bir akrabasına sonra da yıllarca bakım evine yollamış, soğuk ve ilgisiz davranmış ve Martin'in babasının ona söylediği hakaretlere de kayıtsız kalmış, korunmamış ve aslında Martin bilir fiziksel ve duygusal olarak da bir taciz durumu yaşadığından da söz ediyor kitabında ve onunla ilgili yayınlanan bir belgeselde. Hatta annesi Martin'in kendisinin süpervizörlük yapıp ona vaka desteği verdiği psikologlarla ilgili olarak da arkadan kendisinin yönettiği ve uzmanlığı da tartışılıyor bir terapistle çalışmaya dahi zorluyor ve o sözde terapistin notlarını da mahkemeye sunuyor. Yani aslında kendisinin süpervizörlük yaptığı bir terapist tarafından Martin'in terapi almasını sağlıyor ve yanlı ifadelerde bulunarak bu mahkemede bulunuyor. Peki sizce ne olmuştu? Neden Martin'in uğradığı istismarın farkına varmışken bile Martin'i haksız çıkarmaya ve küçük düşürmeye çalışmaya devam etmişti ve tedavi hakkını gasp etmişti? Bence cevap kuşaklar arası travmada yatıyor. Bu durumlarda aile toksik bir ortam yaratır. Aile ölçüsü odadaki fil gibidir. Oradadır ama hiç kimse konuşmaz. Ailedeki işlenmeyen duyguların yarattığı kronik stres de travma sonrası stres bozukluğu olarak önümüze çıkar. Kıvılcım Kıran bununla alakalı bir belgesel film olduğundan söz ediyor. Miller'in ailesi üzerine bir belgeselde yayınlanmış ama ne yazık ki bu sadece birkaç festivalde yayınlanmış ve şu an erişebileceğimiz bir yerde değil. Bu belgeselin adı da Kim Korkar Alice Miller'dan. Ve hem kitapta hem belgeselde ortaya çıkıyor ki Alice Miller aslında Yahudi ve 2. Dünya Savaşı toplama kampına yollanmaması için kendi ailesiyle olan bağlarını koparıp yeni bir kimlik ediniyor. Ve bu durumu fark eden Alice'in gerçek kimliğini ele vermekle ilgili tehdit eden bir nazi görevlisi ya da yandaşı olan Andreas Miller ile evrenmek zorunda kalıyor. Ve Martin'a da bu ilişkinin sonucunda dünyaya bir çocuk getiriyor. Andreas Miller Alice Miller'e aşık ama Yahudilerden nefret eden bir adam. Ve aslında Alice Miller'in bu evlilik içindeki durumu Martin'in dediği gibi bir rehin alınma durumu. Ama neden Alice Miller'ın savaş bittikten sonra da uzun yıllar bu ilişkiye devam etti? Ve neden yetişkinlikte bile Martin'den Yahudi kimliğini gizledi? Ya da neden yetişkinliğinde dahi oğlunu incitmeye devam etti? Evet belki orada zaruriyetleri var denilebilir ama yıllar sonra neden buraya devam etti? Ve Martin de büyüyüp ne tesadüftür ki belki söküp dikemeyen bir terzi olmamak adına kendine sağlıklı bir evebeynlik yapabilmek adına belki de ya da kendi annesini merak ettiği için buradan yola çıkarak bu alanla çalışmaya başlıyor ve o da bir terapist. Ve onun da şöyle bir çözümlemesi var. Diyor ki annem hayatta kalmak için kendi kimliğini geride bırakmış bir kadın. Hayatta kalmak için nefret ettiği ve küçümsediği bir adamla beraber ve savaş bittiği zaman bile o korkuları devam ettiği için annem babamı bırakamadı diyor. Ve annem hayatı boyunca kendi travması ile yüzleşemediği için bütün bir hayatı aslında yarattığı bir yalanı korumakla geçti ve kim olduğunu ve gerçekten ne yaşadığını saklamakla geçti. Ve bu arada Alesmilerin kendi annesi ile olan ilişkisinde soğuk mesafeli ve anlayışsız olarak tanımladığını da biliyoruz aslında. Belgeseldeki tahmin de şu. Babası da bir din görevlisi Alesmilerin, annesi de çok katı din eğitimi almış bir kadın ve Ales'in Yahudi kimliğini bırakması için yıllar süren bir psikolojik şiddet görüyor bu anlamda. Netflix'te Unorthodox diye bir dizi var. Hasidik Yahudili bir kadın ve görücü usulü evliliğinden kaçıp Berlin'e geliyor. Ama ne yazık ki burada yaratmaya çalıştığı bambaşka bir hayatta geçmişinden kaçmasına engel olamıyor. Alesmilerin hayatını daha iyi anlamak, orada gördüğü psikolojik şiddeti de daha iyi anlamlandırmamızı sağlamak için de güzel bir örnek olduğunu düşündüğüm için bu arada bu minik öneriyi de vermek istediğim bir mini dizi. Alesmilerin kendi hayatı aslında uzman olarak anlattığı şeyin bizzat kanıtı oluyor. Alesmilerin kendisini iyileştirmek için sadece kendisini değil annesinin de travmasına uzanan bir yolculuk yapmak zorunda kalan bir çocuk aslında. Peki bilimsel olarak neden böyle? Biraz burayı da öğreniyor olalım istiyorum. Çünkü danışanlarımdan da çok duyuyorum. Kendim de bunu kendime çok söylüyorum. Ya biliyorum aslında bunun yanlış olduğunu, biliyorum aslında teorik olarak böyle bakmamam gerektiğini. Ama neden böyle oluyor? İşte bunun bilimsel sebebi şu, beynimizde neokorteks denilen en üst düşünen akıllı rasyonel beyin alanı var. Ortada ise limbik sistem yani duygular ve hafıza var. Tabii ki bunlar çift yönlü olarak sürekli bir etkileşime halindeler. Ama kitaplar neokortekse hitap ediyor. Duygular ortada yani limbik sistemde. İşte terapi, yaşantı grupları, mindfulness, somatik deneyimleme gibi çalışmalar aslında bu orta alanı işliyor. Biz sanıyoruz ki hep üst beyin rasyonel beyin devrede. Hele sürekli olduğumuz zorlandığımız zamanlarda tamamen üst beyin devri dışı kalıyor. Martin Miller da diyor ki, annemin Alice Miller olduğunu öğrendikleri zaman, ''Aa ne kadar şanslısın, ne kadar harika bir çocukluk geçirmişsin.'' diye olay. Bu cümle gerçekten çok yaralayıcı oluyor. Bu benim için de geç hali. Ben anne değilim ama benim çocuklarla çalıştığımı bilen kişiler benimle sohbet ederken, ''Ah senin çocuğun gerçekten çok şanslı olacak, senin gibi bir anneye sahip olacağı için.'' diyorlar. Bunu duyduğumda o kadar büyük bir yük hissediyorum ki. Çünkü Alice Miller'in hikayesinden de biliyorum ki bilmek ve yapmak çok farklı eylemler. Hatta bazen danışanlarıma oyun reçeteleri verdiğimde, ebeveynlere uygulamalı ödevler verdiğimde bazen onlar da söylüyorlar ki, ''Aslı Hanım, hani biliyoruz anne değilsiniz. İnanın hani öyle kolay olmuyor.'' diye. O kadar hak veriyorum ki her seferinde bu yaptıkları geri bildirime. Diyorum ki, çok haklısınız. Eminim ki ben de bir gün anne olduğumda bu söylediklerimin pek çoğunu belki yapmakta zorlanacağım. Burayı inkar etmiyorum aslında. Mesela hayır diyememem. Bu aslında benim için çok önceden beri olan bir sorun. Çocukluk zamanlarımdan beri hatırladığım bir sorun. Bununla alakalı oldukça yokat ettiğimi düşünüyorum. Ama hala çok zorlandığım tarafların olduğu bir konu. Özellikle de böyle ısrarcı olan, daha kırılgan, küskün davranan, karşı tarafın sınırlarına çok saygı duymayan kişilerle ilişkilendiğimde hayır demekte daha da çok zorlanıyorum hala. Bir diğer taraftan manipülasyonlara açık olmam. Bunu da son dönemlerde daha da çok fark ediyorum. Mesela biri beni suçladığında kolayca bu suçu üstüme alıyorum. Yani kendimin öyle olmadığını düşünen bir tarafım olsa da kolayca galiba evet gerçekten de benim suçum demeye o kadar meyilliyim ki bu da beni duygusal manipülasyonlara çok açık hale getiriyor. Bu da hala tam anlamıyla iyileştiremediğim bir nokta. Bir diğeri Mindfulness eğitimi almış ve bunu zaman zaman danışanlarıyla uygulayan bir psikolojik danışman olarak dürüstçe söylemeliyim ki Mindfulness'ı kalmakta çok zorlanıyorum. O yüzden böyle yönergeli meditasyonlar dinlemek baştan sona benim için çok zor. Bunların uygulamalarını yapmak benim için çok zor. Çünkü zihnim gerçekten geçmişte ya da gelecekte. Ve o bir vahşi maymun gibi oradan oraya atlayan dikkatimi şimdi burada da tutmak benim için epey zorlayıcı. Ve hani bunu çok da becerebildiğim ve çok da hayatıma entegre edebildiğimi söyleyemeyeceğim. Ve belki de en temel dikemediğim sıkıntılardan biri de öz şefkatsiz olmam. Yani başkaları olduğunda ya olur mu öyle şey neden kendini yargılıyorsun? Bir de şu açıdan bak biraz da tembellik yap bak senin hakkın değil mi? E tamam canım bu hatayı yapmış olabilirsin. Neden kendine bu kadar kızıyorsun? İnsansın tabii ki hatayı yapa yapa öğreneceğiz diyen ben. Kendim aynı durumda olduğumda herkesin beni döveceğinden daha çok dövüyorum kendimi. En büyük eleştirel ses kendim oluyorum. Bunların hepsinin ayrı bir duygusal kasa olduğunun farkındayım. Ve bunları geliştirmek için zaten düzenli bende bir terpiste gidiyorum. Hatta şöyle anlar yaşadığım çok olmuştur. Kendi seansımdan ağlayarak çıkıp işte bir 15-20 dakika sonra bir danışanıma geri bildirim verdiğim. Ya da bir saat sonra kendimin terpiste olduğu seansa yetişmeye çalıştığım anlar çok olmuştur. Yaptığımız iş aslında tam olarak böyle. Kendi sıkığını dikebilen bir yerde olmaya çalışıyoruz bir taraftan. Bir taraftan da aslında yaralı şifacı olmaya çalışıyoruz. Ve bu podcastin de sonuna yaklaşırken Alice Miller'ın sözünü eklemeden geçemeyeceğim. Onunla noktalamak istiyorum. Diyor ki, iyileştiremediğimiz her yaramız, cevapsız kalmış her ihtiyacımız, doyuma ulaştırılmamış, bilinç dışına itilmiş her arzumuzun ikame edilmesi, yani en sonunda karşılanması için en uygun alan kendi çocuğunuzla olan ilişkinizdir. Ve bu kaçınılmazdır. İşte kendimin bu sorduğu soruya benim kendi yanıtım şu. Sökük diken terde olabiliriz bu meslekte isek. Ama bunun için çok uzun yıllar çaba sarf etmek gerekiyor. Çünkü Nihan Kayan'ın da hep söylediği gibi, iyi aile yoktur. Hepimizin çanla geçmişi var. Ve bunları iyileştirerek ancak bir başkasına da doğru şekilde terapi desteği vermek mümkün. Öteki türlü karşıt aktarım dediğimiz şey gerçekleşiyor. Nedir bu karşıt aktarım ki zaman zaman ben de bunu, özellikle de mesleğimin ilk zamanlarında, kendimin terapi almasına yetecek güçte bir mali gücüm olmadığı dönemde, aslında ebeveynlerle çalışırken, şimdilerde fark ediyorum ki bazı karşıt aktarımlarım olmuş. Yani örnek veriyorum orada annemin bir davranışına benzettiğim ve kırıldığım, yara aldığım bir davranış gördüğümde, o ebeveyne öfke duymaktı. Ya da daha yargılayıcı bir tonda konuşmak gibi. Ya da işte annemle babamın evinde yaşanan bir çift çatışmasını hatırlamak ve boşanmış bir çift gördüğümde onların çocuklarıyla çalışırken ona empati duymanın ötesinde onu kurtarma çabasına girişmek gibi bu ve benzeri pek çok aktarımlarım olmuş. Ve bu da benim aslında yaptığım mesleği profesyonelce yapmamın önüne geçen bir yerde. Ama bunları fark ettiğimden beri ebeveynlerle olan temasımla, kendi hayatımla olan temasım arasına bir paravan örmüş olduğumu fark ediyorum. Ve böyle olduğu zaman da onların da o davranışı yaparken nerelerde tetiklendiklerini, o yetişkin parçalarının altına yatan o çocuk taraflarının ihtiyaçlarını daha iyi görebildiğimi fark ediyorum. Ve bu yüzden de çocukluğun içinden geçmeden, o yere temas etmeden de bunun aksine mümkün olacağına inanmayanlardanım. Evet, bu bölümünde bunları söyleyerek sonuna geliyorum. O zaman hazırsanız bu bölümün 3 noktalı cümlesi geliyor. Yanlış olduğunu bilsem de yapmaktan vazgeçmediğim şey 3 nokta. Altyazı M.K.