black friday sale

Big christmas sale

Premium Access 35% OFF

Home Page
cover of Alt Tarafı Bir Hayır Diyeceksin
Alt Tarafı Bir Hayır Diyeceksin

Alt Tarafı Bir Hayır Diyeceksin

sıla salantur

0 followers

00:00-32:19

Nothing to say, yet

Podcastmusicspeechguitarmusical instrumentplucked string instrument

Audio hosting, extended storage and much more

AI Mastering

Transcription

The podcast discusses the concept of boundaries, specifically the difficulty of saying "no". The speaker attended a workshop on self-awareness and boundaries, where they explored the meaning of boundaries and the areas of their life where they struggle with setting boundaries. They also participated in an exercise using a rope to represent boundaries and explored how they felt when someone approached their boundary. The speaker realizes that they are better at setting boundaries with strangers than with close relationships. They feel the need to work on setting boundaries in friendships and romantic relationships. The speaker shares a quote from a writer named Mary Hollow about the importance of saying "no". Aşırı kalan kapılar, üç nokta olurlar, üç nokta olurlar, üç nokta olurlar. Üç noktanın dördüncü bölümünden hepinize merhaba. Bu podcast'ın konusu benim yıllardır üzerine kendimde çalıştığım, çalışmaya devam ettiğim ve muhtemelen de uzun yıllar boyu daha devam edeceğim konu olan sınırlar. Hayır kelimesi daha doğrusu değil mi? Yani beş harfli ve çok basit söylenen bir kelime gibi duruyor. Ama benim gibi ve belki şu an bunu dinleyen pek çok kişi gibi bu kelime bazen dünyanın söylenmesi en zor kelimesi haline gelebiliyor. O yüzden biraz böyle sınırları konuşalım istiyorum. Peki ne demek sınırlar? Yani benim için mesela sanki beni yalnızlığa hapsedecek bir hapishane duvarı gibi. Bu okuduğum İyileştiren Sınırlar kitabının başlıklarından biriydi ve bu cümleyi okuyun dedim ki evet ben tam olarak galiba sınırları böyle yorumladım bu zamana kadar ve bu yüzden çok zorlandım temelinde. Benim böyle sekiz haftalık katıldığım kendimle alakalı farkındalığımı arttırmak için bir atölye vardı. Sevgili uzman psikolog Esra Yatağan'ın atölyesi. Başka bir ben mümkün mü atölyesi. İsmi çok bana anlamlı gelmişti. Gerçekten hayatımda böyle değişim, dönüşüm istediğim, böyle çok yoğun bir içe dönüş yaşadığım, dibe çöküş yaşadığım, zorlandığım anlar deneyimlediğim bir dönemdi bu atölyeye başlamadan önceki dönem. İsmi çok çarpıcı gelmişti bana ve demiştim ki evet gerçekten böyle depresif dönemler aslında kendimize dair farkındalıklarımızın has safhaya çıktığı, kendimize ne oluyor da benim verenim böyle sinyaller veriyor diye baktığı bir dönem. O yüzden de bu sinyalleri daha iyi duyabilmem gerekiyor ki iyileşebileyim diye düşünerek bu atölyeye katılmıştım. Gerçekten her hafta işlenen tüm konular benim kendime dair ahallarımın sayısını epey çoğalttı. Esra Yatağan bir haftada sınırları işledi ve şu soruları sormamızı istedi kendi içimize. Sınırlar ne demek? Bu konuda nasıl bir yerdesiniz? Hayatınızın hangi alanında daha iyi sınırlara ihtiyacınızın olduğunu düşünüyorsunuz? Bence çok önemli sorular bunlar ve kendim de hep düşündüm. Söylediğim gibi sınırlar insanlarla aramda problem yaşamama sebep olan ve baş edemeyeceğim durumları bende uyandıran bir kavram aslında. Bu noktada yabancılarla kurduğum ilişkide iyi olduğumu düşünüyorum. Örnek veriyorum, çok basit olarak hakkımın yer diye bir durum olduysa iş yerinde ya da ne bileyim bankada bir problem yaşadıysam orada sınırı koyup bana bunu yanlış bir biçimde yaptırdınız, böyle olmaması gerekiyordu, bu işleyişin böyle olması yanlış gibi bir yerden gayet rahat bir şekilde sınır koyabiliyorken yakın olduğum ilişkilerde bunda çok zorlanıyorum. Yani aile konusunda da şu aşamada çocukluk için söyleyemeyeceğim bunu ama şu aşamada onlara da sınır koyabildiğimi düşünüyorum. Kendi fikirlerimi, onlarla uyuşmayan düşüncelerimi özgür bir biçimde ifade edebiliyorum ve bu bende herhangi bir kaybı yaratmıyor ama arkadaşlık ve partner ilişkilerinde özellikle çok zorlandığım bir yerdeyim hala. Ve hayatınızın hangi alanında daha çok iyi sınırlara ihtiyacınız var sorusu da aslında biraz önce söylediğim gibi, en çok partner ve arkadaşlık ilişkilerinde buna ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Ve Esra Hanım şöyle bir çalışma yaptırmıştı, belki size şu an evde bunu yapıyor olmak çılgınca gelebilir ama benim için çok öğretici bir deneyimdi ve bedeni de içine kattığımız bir çalışma olduğu için de ben çok daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bize böyle iki metrelik bir ip almamızı istedi ve atölyede biz bunu bir çember haline geçirdik bu ipi. Ve o sınırlarımızı temsil etti. Yani ipin dış tarafı insanlar, ilişkilendiğimiz insanların olduğu yer, iç taraf da biziz. Ve sınır koymaya çalıştığımız kişi bize doğru yaklaştığında nasıl hissettiğimize, bakmamıza, bedenimize hangi duyumsamaların olduğunu sordu. Ve zihnimde geçen bazı kişilerin mesela bana doğru yaklaşması sırasında kalp atışlarımın hızlandığını, avuç işlerimin terlediğini, nefes alışverişimin hızlandığını, göğsümde bir sıkışma olduğunu hissettim. Ama bazı kişiler yaklaştığındaysa çemberde tek kalmakla o kişinin yaklaşması arasında hiçbir fark olmadığını hissettim. Yani gerçekten zihinde hayal etmenin 15-20 saniye kadar gibi kısa bir sürede bile bedende nasıl duyumlara yol açtığını hem çok net bir ispatı hem de sınırlar noktasında neye ihtiyacım olduğunu da metaforik bir yerden görmemi sağlıyor. Yani şu soruları yöneltti daha sonrasında. Yani bu ipi daha mı geniş yapmalısınız? Kendinize verdiğiniz o sınır alanı daha mı geniş olmalı? Neye ihtiyacınız var? gibi. Aslında burada sınırlarla ilgili ilişkime bakabildiğim bir çalışma oldu. Belki siz de kendiniz bunu yapmak, uygulamak istersiniz diye sizinle de paylaşmak istedim. Şimdi bir tane Mary Hollow diye bir yazar var. Bu yazar hayır demek üzerine oldukça kitaplar yazmış bir yazar. Ve şöyle bir şeyden bahsediyor aslında. Benim de çok dikkatimi çekti. Biliyorsunuz hepimizin bildiği, çocukluğunda okumuş olduğu bazı masallar var. Mesela Uyuyan Güzel. Yasak yün iğnesine dokununca parmağını deler ve 100 yıllık bir uykuya dalar. Kırmızı başlıklı kız, annesini dinlemeyip ormanda oyalandığı için kurt, büyükannenin evine gidip onu yer ve kahramanlığımızı yutmak için büyükannenin... Üç noktanın dördüncü bölümünden hepinize merhaba. Bu podcast'ın konusu benim yıllardır üzerine kendimde çalıştığım, çalışmaya devam ettiğim ve muhtemelen de uzun yıllar boyu daha devam edeceğim konu olan sınırlar. Hayır kelimesi daha doğrusu değil mi? Yani beş harfi ve çok basit söylenen bir kelime gibi duruyor. Ama benim gibi ve belki şu an bunu dinleyen pek çok kişi gibi bu kelime bazen dünyanın en zor kelimesi haline gelebiliyor. O yüzden biraz böyle sınırları konuşalım istiyorum. Peki ne demek sınırlar? Yani benim için mesela sanki beni yalnızlığa hapsedecek bir hapishane duvarı gibi. Bu okuduğum İyileştiren Sınırlar kitabının başlıklarından biriydi ve bu dümneyi okuyunca dedim ki evet ben tam olarak galiba sınırları böyle yorumladım bu zamana kadar ve bu yüzden çok zorlandım temelinde. Benim böyle sekiz haftalık katıldığım kendimle alakalı farkındalığımı arttırmak için bir atölye vardı. Sevgili uzman psikolog Esra Yatağan'ın atölyesi. Başka bir ben mümkün mü atölyesi. İsmi çok bana anlamlı gelmişti. Gerçekten hayatımda böyle değişim, dönüşüm istediğim, böyle çok yoğun bir içe dönüş yaşadığım, dibe çöküş yaşadığım, zorlandığım anlar deneyimlediğim bir dönemdi bu atölyeye başlamadan önceki dönem. Ve ismi çok şarpıcı gelmişti bana ve demiştim ki evet gerçekten böyle depresif dönemler aslında kendimize dair farkındalıklarımızın has safhaya çıktığı, kendimize ya ne oluyor da benim belenim böyle sinyaller veriyor diye baktığı bir dönem. O yüzden de bu sinyalleri daha iyi duyabilmem gerekiyor ki iyileşebileyim diye düşünerek bu atölyeye katılmıştım. Ve gerçekten her hafta işlenen tüm konular benim kendime dair ahalarımın sayısını epey çoğalttı. Ve Esra Yatağan bir haftada sınırları işledi ve şu soruları sormamızı istedi kendi içimize. Sınırlar ne demek? Bu konuda nasıl bir yerdesiniz? Hayatınızın hangi alanında daha iyi sınırlara ihtiyacınızın olduğunu düşünüyorsunuz? Bence çok önemli sorular bunlar ve kendim de hep düşündüm. Söylediğim gibi sınırlar insanlarla aramda problem yaşamama sebep olan ve baş edemeyeceğim durumları bende uyandıran bir kavram aslında. Ve bu noktada yabancılarla kurduğum ilişkide iyi olduğumu düşünüyorum. Örnek veriyorum çok basit olarak hakkımın geldiği bir durum olduysa iş yerinde ya da ne bileyim bankada bir problem yaşadıysam orada sınırı koyup bana bunu yanlış bir biçimde yaptırdınız. Böyle olmaması gerekiyordu, bu işleyişin böyle olması yanlış gibi bir yerden gayet rahat bir şekilde sınır koyabiliyorken yakın olduğum ilişkilerde bunda çok zorlanıyorum. Yani aile konusunda da şu aşamada çocukluk için söyleyemeyeceğim bunu ama şu aşamada onlara da sınır koyabildiğimi düşünüyorum. Kendi fikirlerimi, onlarla uyuşmayan düşüncelerimi özgür bir biçimde ifade edebiliyorum ve bu bende herhangi bir kaybı yaratmıyor. Ama arkadaşlık ve partner ilişkilerinde özellikle çok zorlandığım bir yerdeyim hala ve hayatınızın hangi alanında daha çok iyi sınırlara ihtiyacınız var sorusu da aslında biraz önce söylediğim gibi yani en çok partner ve arkadaşlık ilişkilerinde buna ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Ve Esa Hanım şöyle bir çalışma yaptırmıştı, belki size şu an evde bunu yapıyor olmak çılgınca gelebilir ama benim için çok öğretici bir deneyimdi ve bedeni de içine kattığımız bir çalışma olduğu için de ben çok daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bize böyle iki metrelik bir ip almamızı istedi ve atölyede biz bunu bir çember haline getirdik bu ipi ve o sınırlarımızı temsil etti. Yani ipin dış tarafı insanlar, ilişkilendiğimiz insanların olduğu yer iç tarafta biziz ve sınır koymaya çalıştığımız kişi bize doğru yaklaştığında nasıl hissettiğimize, bakmamızı, bedenimizde hangi duyumsamaların olduğunu sordu. Ve zihnimde geçen bazı kişilerin mesela bana doğru yaklaşması sırasında kalp atışlarımın hızlandığını, avuç işlerimin terlediğini, nefes alışverişimin hızlandığını, göğsümde bir sıkışma olduğunu hissettim. Ama bazı kişiler yaklaştığında ise çemberde tek kalmakla o kişinin yaklaşması arasında hiçbir fark olmadığını hissettim. Yani gerçekten zihinde hayal etmenin 15-20 saniye kadar gibi kısa bir sürede bile bedende nasıl duyumlara yol açtığını hem çok net bir ispatı hem de sınırlar noktasında neye ihtiyacım olduğunu da metaforik bir yerden görmemi sağlıyor. Yani şu soruları yöneltti daha sonrasında. Yani bu ipi daha mı geniş yapmalısınız? Kendinize verdiğiniz o sınır alanı daha mı geniş olmalı? Neye ihtiyacınız var? gibi. Aslında burada sınırlarla ilgili ilişkime bakabildiğim bir çalışma oldu. Belki siz de kendiniz bunu yapmak, uygulamak istersiniz diye sizinle de paylaşmak istedim. Şimdi bir tane Mary Hollow diye bir yazar var. Bu yazar hayır demek üzerine oldukça kitaplar yazmış bir yazar ve şöyle bir şeyden bahsediyor aslında. Beni de çok dikkatimi çekti. Biliyorsunuz hepimizin bildiği, çocukluğunda okumuş olduğu bazı masallar var. Mesela Uyuyan Güzel. Yasak yün iğnesine dokununca parmağını deler ve 100 yıllık bir uykuya dalar. Kırmızı başlıklı kız, annesini dinlemeyip ormanda oyalandığı için kurt, büyükannenin evine gidip onu yer ve kahramanımızı yutmak için büyükannenin yerine geçer. Çabuk etkilenen ve çok meraklı olan Pinokyo, babasının yerine geçer. Büyük bir üniversitede olduğumdaysa yaşadığım böyle çok kritik bir an var. Onu hep hatırlarım sınırlar söz konusu olduğunda. Yurtta yaşadım ben iki yıl boyunca ve yurtta çok yakında hala daha görüşmüş olduğum çok yakın iki dostum var. Şu anda dinlediklerinde o sahneyi onlar da eminim ki çok net hatırlayacaklardır. Orada arkadaşımdan biri böyle benimle ilgili bir rahatsızlığını söyledi ve bir sınır koydu. Ve ben sonra ağlamaya başladım ama bu ağlamak onun bana koyduğu sınır değil. Yani ben de bir şeylerden rahatsız oluyorum ama ben bunların hiçbirini söylemiyorum. Bir şekilde o hata olarak gördüğüm şeyi kendi içimde affetmeye çalışıyorum. Tocera etmeye çalışıyorum. Kimseden bir onarım beklemiyorum. Hani neden karşı taraf bunu yapmıyor? Ya da belki tam tersi bir yerden ben niye onun kadar iyi bir biçimde sınır koyamıyorum ağladım. Belki çok yoğun bir boşalma oldu ve onlar da şaşırdı bu girmiş olduğum hale. Ve sonra benim rahatsız olduğum şeyler oldu ama bunu söylediğimde ilişkimizin kötü gideceğinden çekince duyduğum için söyleyemediğimi söyledim. Sonra böyle yurtta en alt katta bir televizyon odası vardı. Orada kimse yokken gecenin bir vakti ben iki arkadaşımın içinde ayrı ayrı rahatsız olduğum şeyleri yazarak gösterdim. Yani yüz yüze söylemek bile o kadar zor ki benim için yazdım bu yüzden de. Ve sonra onları okudular. Ve gerçekten orada çok kapsayıcı bir şekilde bu rahatsızlıklarımı dikkate alacaklarını söylediler. Ve gerçekten o böyle bir dönüm noktası olmuştur benim hayatımda. Sınır koysam da sevilmeye devam edebilirim inancıma. Gerçekten pozitif bir kaynak oldu. Bunu da hep hatırlarım. Peki size göre kimlere sınır koymak daha zor? Aslında sınır koymakta zorlanılan böyle bir takım kategoriler var. Ama ben bunların hepsini uzun uzun anlatmak yerine benim çok sıklıkla zorlandığım, Aslında birazcık böyle boyun eğici olmak zorunda hissettirenler size karşı. Daha böyle zorba diyebileceğimiz kişiler. Yani mesela danışanlarımın öykülerinde de bunu sıklıkla görüyorum. Yani bir rahatsızlığını söylüyor mesela kişi. İşte partner ya da yakın bir arkadaş. Sıkla rahatsızlığını söylediği için diyor ki, Ve kişi bu sefer o ayrılık kaygısıyla o kadar panikliyor ki, Tamam tamam diyor, kendi sınırını biraz daha esnetiyor. Sonra o sınırı esnetmek onu daha huzursuz ediyor. Bir sınır koymak ihtiyacı daha duyuyor. Sonra tekrar bir duvarla karşı karşıya kalıyor. Ve o sınırın kabul görmediğini hissediyor. O sınırının kabul görmediğini hissediyor. O sınırının kabul görmediğini hissediyor. O sınırının kabul görmediğini hissediyor. Bir sınır koymak ihtiyacı daha duyuyor. Sonra tekrar bir duvarla karşı karşıya kalıyor. Ve o sınırının kabul görmediğini hissediyor. Ama ilişkiden de çıkamadığı için bir şekilde bu döngünün içinde kalmaya devam ediyor. Ya da mesela bir arkadaşınıza bir sınır koyuyorsunuz. Ama o bu sınırın yanlış olduğunu ya da gereksiz olduğunu söylüyor. Ve sizi de buna inandırmaya çalışıyor. Ve siz bu sınırı koyduğunuz için sizi alınganlık yapıyor, küsüyor. Siz de bu uğradığınız zorbalık karşısında ya galiba ben gerçekten bir şeyleri abartıyorum diyorsunuz. Ve manipüle oluyorsunuz. Ve suçluluk hissediyorsunuz. Ya da kendini çokça önemli görenler. Yani sınırlar konusunda eşitlikçi davranmayanlar. Yani ben yapabilirim ama sen yapamazsın diye düşünenler. Ya da fazlasıyla bencil davranıp diğerlerinin ihtiyaçlarını görmezden gelmek. Yani empatiden yoksun bir şekilde ya ben bunu yaptığımda o ne hissedere hiç bakmadan. Tamamen kendi sınırlarını ön planda tutan. Karşı tarafın sınırlarını ve sınırlara uyulmadığında yani o kişi ona uyumadığında hissettiği duyguları da küçümseyip bunu da büyütülecek ne var? Alınganlık yapıyorsun, çok abartıyorsun diyen kişiler. Aslında yani sınır koymakta zorlanılan kişilerin genelde ortak özelliği bence duygusal anlamda manipülatif oluyor olmaları. Ve eşitlikçi olmadıkları gibi aynısını mesela siz yapsanız çok büyük tepki gösterir. Ama aynısını kendi yaptığında ne var bunda gibi bir yerden bakabiliyor. Ben burada sınıra uymayan bir şey yapmıyorum ki diyor. Yani sizin sınırınızı anlamak yerine kendi doğrusunu size ispatlamaya çalışıyor. Ya da türlü türlü oyunlara başvurmak. Bunu da anlatmadan geçemeyeceğim. Çünkü gerçekten iş yerimde yaşadığım çok böyle zorlayıcı bir süreç olmuştu. Kurucusu iş yerimin ve kendisi de bu alandan olan biri ve de ne yazık ki danışanına tacize bulundu. Ve ben bunun üzerine işten ayrılma kararı aldım ama tabii ki bunu bildiğimize bir taraftan söyleyemiyorum. Çünkü bana bunu ileten kişiyi de ifşa etmiş olacağım için. Ve bu kişi önce beni iyi bir biçimde çalışma şartlarımı iyileştirerek beni kendi çalıştığı yerde tutmaya çalıştı. Ardından o işe yaramayınca işte seni ben salantro yaptım. İşte sana o kadar danışan verdim. Sen ben olmasan bir hitsin. Sen ben olmadan hiçbir şey yapamazsın. Vesaire diyerek aslında beni iş yerinde tutmaya çalıştı. Yani aslında zayıf taraflarımı keşfederek beni bunun üzerinden kendi sınırlarına uyan biri olmam konusuna zorladı. Yani çünkü benim o dönemler kendimi oldukça yetersiz hissettiğimi biliyordu. Ve değersizlik inancımın da yoğun olduğunu biliyordu alandan olan biri olarak görüyordu bunu. Ve benim bu inançlarımı besleyeceği şekilde davrandı ki ben bunlardan etkileneyim. Ve gerçekten evet ya ben olmazsa bir hiçim meslek hayatımı son bulur danışan bulamam deyip orada kalayım istedi. Ama o dönemler ilginçtir ki bu konularda henüz bu kadar bile yol kat etmediğim bir zamanda bile bu manipülasyonlara gelmeyip o işten ayrılabildim. Ama sınır koyarsam beni sevmez ve inancına sahip olduğumuzda çoğu zaman bunları gerçekten kabul ediyoruz. Ve avcılar yani aktif bir manipülasyonda bulunmuyorlar ama uygun zamanla kollayıp aslında sizi kendi isteklerini oldurtmaya, isteklerini elde etmeye çalışıyorlar. Mesela işte partnerlerin bazen ayrılıkları sırada işte bak sorun sende değil bende sen daha ilerine layıksın klişeleri yapmaları. Aslında kendisi ayrılmak istiyor ama bu ayrılmanın sorumluluğunu alamıyor ve burada ayrılma sorumluluğunu size yüklüyor. Ya da diyor ki bak ben senin için ayrılıyorum bak sen ilişkimizin başında çok böyle eğlenceli ve rahat biriydin. Şimdi ne kadar mutsuzsun, keyifsizsin bu değişimi görüyorum ben senin böyle olmanı istemiyorum. Ben seni bu haline de kabul eder ve severim ama sen kendini bu şekilde sevmezsin ve mutlu olmazsın diyen bir yerden aslında bana o kendi istediğini elde ettirmek için benim üzerimden bir sınır koyan bir hal. Ya da yavru kediler dünyanın en çok yardıma muhtaç insanları onlar olur ve siz olmazsanız hayatta kalamayacakmış gibi davranırlar. Buna da benim yaşadığım en temel örnek yine üniversitedeyken böyle bir arkadaşım tarafından dolandırıldım denilebilir. Yani bir borç para istemişti benden ve vermiştim. Ve daha sonrasında da onu bana ödemedi ve bir şekilde ortadan kayboldu. Bir an böyle çok yıpratıcı sonrasında süreçler yaşadım. İşte onlar da böyle sizin kendinizin ben de orada o zamanlarda daha yeni mezunum yeni para kazanmaya başlamışım o daha öğrenci. Ben de şey diyorum aslında sen de daha öğrenciydin daha 3 ay önce ve şimdi vermemen çok ayıp olur paranın sakındığını düşünürler kötü biri olursun. Deyip hani hiç böyle bir an bile düşünmeden evet dedim böyle bir durumda. İşte bu kişiler de yine sizin hayır diyebilmenizi çok önlüyor işte avcılarda da aynı şekilde. Yani hayır bir dakika bir dakika yani sen bana mı hallediyorsun bunları ama bu seninle ilgili kendi duygularını bana mahledemezsin sınırını koymanı önlüyor. Çünkü öyle şeyler söylüyor ki bir anda sen de etkilenip evet ya gerçekten beni düşünüyor olmalı gibi etkileniyorsun bile bundan ama aslında hiç alakası yok. Bu anlamda da aslında kendi duygularının sorumluluğunu bana yüklüyor olmasını önüne geçmem gerekirken ben orada o sınırı koyamayıp onun bana yüklediği anlamı üstleniyorum. Bir de bu bahsettiğimiz hayır demenin sağlıksız 3 tipi vardı biliyorsunuz bunlardan bahsetmek istiyorum. Birincisi otomatik hayır yani eğer terk edilmeye ilişkin duyduğumuz kaygı çok yoğunsa daha en başından o kişileri hayatımıza sokmayarak aslında kendimize o yaşayacağımız acıdan korumuş oluyoruz. Aslında garip değil mi yani madem insanların yanında durmasını istiyoruz neden o zaman en başından uzaklaştırırız ki yani bu insanları. Ama işte böyle yani insan zihni karmaşık bir biçimde çalışıyor. Önceki terk edilme deneyimleri o kadar acı vermiş oluyor ki insanlar böyle bir acıyı bir daha deneyimlemektense en başında yalnız kalıp kendi kendilerini idare etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden de en çok başvurulan araçlardan biri hale geliyor otomatik hayır. Yani akşam işlerinden arkadaşlarla oturup bir şeyler yapacağız hayır işim var yani aslında o an gerçekten hayır demesini gerektiren bir durum yok. Ya da burada gerçekten onun kişilik haklarına değerlerine ait bir sınır ihlali yok ama buna rağmen hayır deme ihtiyacı duyuyor. Neden çünkü evet derse bir yakınlık oluşacak yakınlık olursa acı çekme ihtimali artacak. Diğer hayır, hayır silahı bu daha çok aslında silah denmesinin sebebi burada kasıtlı bir şekilde otoritenin gücünü göstermek ve aslında intikam alma hissiyle yapılan hayırlar daha çok. Ebeveynlerin buna çok başvurduğunu görüyorum. Terapi odasında mesela çocuk onun istediği bir şey yapmadığında ebeveyn tırnak içinde otoriteye karşı geldiğini düşünüyor. Otoritenin gücünün ağırlığının çocuk tarafından gözükmesi için diyor ki tamam bu hafta istediğin yere götürmeyeceğim seni o almayı vaat ettiğim oyuncağı almayacağım sana diyebiliyor. Ve çocuğa bu anlamda hayır diyor. Aslında burada sağlıklı bir hayır hali yok çünkü söz vermişiz ve burada sınırı koyma biçimimizin bir şeyi mahrum bırakma üzerine olmaması gerekir. Ancak sırf o anlamda gücünü göstermek için bunu yapıyor ya da yine aynı şekilde partnerinle otoritesini göstermek için mesela kavga ettikleri bir konu oluyor anlaşamadıkları bir konu oluyor. Oradaki intikamını almak adına diyor ki bu hafta arkadaşlarınla maça gidemezsin ya da işte sen bu hafta arkadaşlarınla kız kıza dışarı çıkamazsın gibi bir yerden kısıtlamalar getiriyor. Buna normalde izin verebilecekken hayır demesi için gerçekten kendine dair bir sebebi yokken sırf karşı tarafa duyduğu öfkeyi çıkartmak bunun intikamını almak ya da otoritesini göstermek için hayır deme hali. Üçüncüsü de yasaklanmış hayır yani bu kategoriye giriyorum ben bence. Bizler için sınır çekmek olanaksız gibi görünüyor. Hatta hayır demek o kadar zor oluyor ki bazen hayır demenin gerekli olduğunu farkında bile olmayıp bu kelimeyi aklımıza bile getirmiyoruz. Bu da aslında hiçbir şekilde hayır denmesinin doğru olduğunu düşünmeyen ya da hayır derse bile bunu binbir şekilde açıklamalarla bezeyerek yapan. Ya işte çok gelmeyi isterdim ama çok önemli bir toplantı var oradan çıkınca oraya yetişmem epey zor olur ya oradan yetişmek de zor olursa eve dönmek zor olur falan gibi uzun uzadı. Ya benim açıkçası hiç bu toplantıya giresim yok ya ya da o partide içerileneceğimi düşünmüyorum o yüzden gelmiyorum ya da sevmediğim kişiler var çok hoşlanmıyorum öyle ortamlardan deyip tek cümlede sınır koyabileceğimiz yerde bir sürü gerektirme yapma ihtiyacı duyuyoruz. Bunlar da aslında bizim sağlıksız olan hayır deme şekillerimiz. Ve hayır diyememek sadece bizi kısa süreli çatırmalarda uzaklaştıracak ve ihtiyaçlarımızın karşılanmamasına neden olacak. Yani ve ayrıca cennetten kovulmadan dünyayı yaşamak da mümkün ama tabii ki biz böyle cennetten kovulacakmış hissi yaşıyoruz hayır dersek bizi yargılarlar eleştirirler ya da bencil biri olarak kötü biri olduğumuzu düşündürtürler diye benim mesela en çok düşündüğüm şey bu oluyor. Hani bencil olmak ve kötü biri olmak böyle bir yanlış öğrenme geliştirmişim ve bu da beni hayır demekten alıkoyuyor. Peki sınır koyabilirsek ne olur? Bununla alakalı aslında kendimize dair pratikler yapabiliriz. Elbette bunların bir terapist eşliğinde çocukluk çağı yaşantılarının çalışılması, iyileştirilmesi ve o yanlış öğrenmelerinin zihinde yeniden bir anlam bularak aslında yeni bir çerçeveye oturtmak yani önceden sınır koyarsam sevilmem inancını şimdi burada sınır koyduğum ve sevdiğim ilişkilerde mümküne çevirebiliriz. Ama bunu yapamıyorsak bu sıralarda terapi eklememiz imkanlı değilse belki böyle kendinize dair pratikler yapabiliriz. Bu anlamda bilinç düzeyinizi arttırmaya yarayacak sınırlara ilişkin bu podcast'ta hazırlarken de yararlandığım kaynakların isimlerini paylaşacağım zaten açıklama bölümünde oradan da bakabilirsiniz. O kitaplardan birindeki alıştırmaya bakalım istiyorum. Mesela hayır dememiz gereken ya da sınır koymamız gereken ama bunu yapamadığımız düşündüğümüz en son aylardan birini düşünebiliriz ve bunu hayal edelim. Neydi bu olay ve hayır diyebilene kadar o an ne düşündünüz? Ya da nasıl hayır diyebilirdiniz tek bir cümle ile? Ya da hayır dedikten sonra nasıl düşünebilirdiniz ve demiş olsaydınız kendinizi nasıl hissederdiniz? Ya da hayır demenin gerekli olduğu yine bir durumu düşünüp böyle durumlarda kaygınız olayları olabilecek en kötü şekilde değerlendirmeye neden oluyor. Ve olası kötü sonuçları düşünürken de zihnimiz farklı farklı felaket senaryoları yazıyor. Şimdi bu olası senaryoları düşünüp içlerindeki en kötüsü hangisi olabilir? En iyi ihtimalle hangisi olabilir? En gerçekleşilebilir olan senaryo yani en olası olan senaryo hangisi? Bu bulunabilir ve aslında onlara baktığımızda hepsinin en kötünün bile aslında en kötü olmadığını görmemize yarıyor. Bunlar da birazcık bilişsel müdahale diye söylediğimiz yani beynimizin biz farkında olmadan yapmış olduğu çarpıtmaları böyle kendimize de dışarıdan bakabildiğimizde bunları yazıya döktüğümüzde de aslında kendimizde sanki bir an film izlemiş gibi oluyoruz. Kendimizin o deneyimin özesinden çıkıp biraz daha resme uzaktan bakabilmeyi başarabilmiş oluyoruz. Bu mümkün. Yine çok beğendiğim iletişim yayınlarına ait hayır demeyi bilmek kitabına ait bir bölümde de şöyle bir metafordan bahsediyor hayır diyebilmekle alakalı bozuk plak metaforu. Bozuk plak tüm engellere rağmen görüşlerimizde direnmeyi sağlıyor. Akıntılara rağmen rotasını izleyen bir tekne gibi. Burada bir aslında bir diyalog var ona dikkat vermek istiyorum sizinle birlikte. Diyor ki mesela ateşli olduğunuz halde kendisiyle yemeğe çıkmanız konusunda ısrardan biri var. Ve diyaloglar şöyle gelişiyor. Bu yemeğin günler önce kararlaştırıldığını biliyorum ama 38 derece ateşim var dışarı çıkamam. 38 derece ateşte pek yüksek bir ateş sayılmaz. Belki senin için öyle ama ben ayakta duramıyorum. Yemeği kısa tutabiliriz sen de erkenden yatarsın. Keyifsizim ve şimdi dinlenmeye ihtiyacım var. Hadi seni gelip arabayla alayım işte. Çok naziksin ama ateşim var. Yorgunum ve sokağa çıkmamam gerekiyor. Bir piknik sepeti hazırlayıp sana geleyim çok hoş olur. İlaç aldım daha şimdiden uyku bastırdım. Her şey iyi bir direnmeye bağlı aslında. Ve diğer metaforik haliyle hayır deme de süs perdesi. Yani diyelim ki bu yöntem yetersiz kaldı. Ve siz de kendi görüşünüzü koruyarak olası eleştirileri kabullenebilir. Ve bu sayede süs tekniğini kullanabilirsiniz. Sizinle buluşmak olsa ısrar eden aynı arkadaşımız sinirlenmeye ve sertleşmeye başladı. Diyelim ki işler daha kötüye gidiyor. Seni göreceğime seviniyordum. Umarım başka sefere. Bunun için başka bir daveti bile reddettim. Bundan eminim. Önce söylemiş olsaydım başka biriyle buluşabilirdim. Sana haber vermeliydim. Ama her şeyi düşünemiyorum. Gecemi berbat ettin. Haklısın. Hiç de nazik değilsin. Bazen kabada olabiliyorum. Hep de bana çatıyor. Haklısın. Hep sana rastlıyor. Hiç çaba göstermiyorsun. Bu akşam çaba gösterebilecek durumda değilim. İşte bu tür yanıtlar somut bir direnişle karşılaşmayan ama buna rağmen sizi bocalatmayı başaramayan muhatabınızın cesaretini oldukça hızlı bir biçimde kırabilir. Diyorum. Ve bu podcastin de sonuna geliyorum. İyileşilen Sınırlar kitabının yazarı doçent doktor Volkan Gülüm diyor ki Başkalarına hayır diyebilmek bazen kendinize karşı sergilediğiniz en nazik tutumdur. Maldu Ankova isimli bir yazar var ve yazarın kitap başları çok dikkatimi çekti ve bana ilham kaynağı oldu. O yüzden sizinle de paylaşmak istedim. Ben de henüz yeni edindim kitabını. Bugün geriye kalan hayatımın ilk günü diyor. Eğer siz de şu an bu podcastin bu dakikalarını dinliyorsanız Kendinizin sınırlarına dikkat verdiğiniz, sınırı koymakta zorlandığınız alanlara dikkat verdiğiniz ve öz saygınızı ve öz değerinizi kendinize hatırlatarak sınır koyabildiğiniz hayatınızın, geriye kalan hayatınızın ilk gününü yaşamaya başlamanızı umuyorum. Ve 3 noktalı cümlem hazırsanız geliyor. Eğer hayır dersem 3 nokta.

Listen Next

Other Creators