The article discusses the artificial meat industry and its potential negative impact on the planet. It argues that the industry, along with other alternative food sources, is part of a larger plan to control food supply and population. The author highlights the benefits of regenerative and biodynamic farming methods in terms of environmental sustainability and food security. They also debunk the idea that cows are major contributors to greenhouse gas emissions. The article suggests that the promotion of artificial meat is a way for global elites to control food supply and population. It concludes by emphasizing the importance of knowing and understanding these critical issues for the preservation of human dignity and freedom.
SESLİ MAKALE Yapay et büyük sıfırlama planının parçasıdır. Yapay sahte et endüstrisinin gezegenimizi yok etmeye yönelik kasıtlı distopik planın bir parçası olduğunu düşünmek bile gerçekten ürkütücü. Yapay sahte et endüstrisinin gezegeni yok etme amacıyla kasıtlı olarak kurulduğu düşüncesi bile felakettir. Hayvan çiftliklerinin yerini mikro hayvan böcek çiftlikleri, genetiği değiştirilmiş GDO'lu gıdalar, laboratuvarda yetiştirilen etler ve sentetik hayvansız süt ürünlerinin alması tam bir felakettir. Dünya ekonomik forumunun, dünyayı beslemenin ve gezegeni kurtarmanın tek yolunun laboratuvarda yetiştirilen hayvansal gıdalar ve genetiği değiştirilmiş ürünler olduğu saçmalıktan başka bir şey değildir.
Çünkü küçük ve biyolojik çeşitliliğe sahip çiftliklerin, kullanılan arazinin sadece %25'ine rağmen beslenmemizin %70'ini sağladığı da bir gerçektir. Rejeneratif ve biyodinamik tarım yöntemleri, kaynak talebini etkili bir şekilde azaltmaları, sentetik gübre kullanımına gerek duymamaları ve genetiği değiştirilmiş monokültürlerden daha fazla verim sağlamaları nedeniyle mükemmeldir. Bunlar aynı zamanda toprağı iyileştirir, hayvan refahını artırır ve biyoçeşitliliği destekler. Rejeneratif tarım prensipleriyle yetiştirilen hayvanlar, hem toprağı iyileştiren, hem de onları yetiştiren çiftçiler için verimli olan sürdürülebilir bir ekosistem oluşturur. Bu herkes için bir kazançtır.
Et tüketimi çevre için zararlı değildir, asıl mesele endüstriyel tarım uygulamalarındadır. Biyodinamik tarım yöntemlerine geçiş, çevreyi koruma, iklim değişikliğiyle mücadele, gıda üretimini ve insan beslenmesini iyileştirme açısından mükemmel bir yoldur. Ne var ki, bu faydalı yöntemler sıklıkla gezegenimizin ve insanlığın düşmanı olarak propagandası yapıldığı için yanlış anlaşılmaktadır. Şimdi gelelim, iklim değişikliği hedeflerine ulaşmak amacıyla ineklerin iddia edilmesi konusuna. İneklerin iddia edilmesi fikri, metal emisyonları açısından küresel elitlerin iklim krizi hedeflerine ulaşmada ne kadar mühim olduğunu ortaya koyuyor. Ülkeler, bu hedeflere erişmek adına çiftçilere yönelik sürülerin büyüklüklerinde ciddi kısıtlamalar getiren yeni emisyon hedefleri belirliyor.
Ancak, doğru otlatma ve hayvancılık yöntemleri ekolojik sağlık ve yerel iklim üzerinde olumlu etkiler yaratabilir. Çölleşme, geleneksel tarım uygulamalarının bir sonucu olarak ortaya çıksa da, otlayan hayvanların sayısının arttırılmasıyla engellenebilir. Sorunumuz çok fazla hayvana sahip olmak değil, onları kabahatli göstermeye çalışanlardır. Ayrıca, ineklerin karbon döngüsündeki rolü ile fosil yakıt emisyonlarını karşılaştırırken, gerçek dışı rakamlarla şişirilmiş grafiklerle karşılaşmaktayız. Bu durum özellikle ilginç, çünkü inekler tarafından üretilen metanın karbondioksit ve suya dönüşerek bitkiler tarafından emildiği ve toprağa geri döndüğü kanıtlanmış ve bilinmektedir.
Şimdi de gelelim, yapay sahte et endüstrisinin gıda tedarikimizin kontrollü bir şekilde yok edilmesine katkıda bulunma konusuna. Geleneksel hayvancılığın yerini böcek çiftlikleri, mikro hayvancılık, genetiği değiştirilmiş GDO'lu gıdalar, laboratuvarda yetiştirilen etler ve sentetik süt ürünleri alıyor. Bu sözde yenilikçi yaklaşımlar, küresel açlıkla mücadele, çevre koruma ve iklim değişikliğini tersine çevirme çabalarımıza katkıda bulunmayı amaçladığı iddia ediliyor. Dünya Ekonomik Forumu, bu tür alternatif gıda kaynaklarının küresel açlık sorununa çözüm olabileceğini savunuyor. Ancak ne ilginç ki, küçük ve biyolojik çeşitliliğe zengin çiftlikler, kullanılan toprak alanının sadece %25'ine rağmen, dünya beslenmesinin %70'ini karşılıyor.
Bu durum, sürdürülebilir doğru tarım ve gıda güvenliği konusunda yeniden düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Rejeneratif ve Biyodinamik Tarım uygulamaları çevreye büyük faydalar sağlar. Bu uygulamalar, su gibi kaynakların kullanımını azaltır, sentetik gübre kullanımına gerek duymaz ve genetiği değiştirilmiş GDO'lu organizmalı monokültürlerden daha yüksek verim elde eder. Toprağın yeniden canlandırılmasına, hayvan refahının arttırılmasına ve biyoçeşitliliğin desteklenmesine katkıda bulunurlar. Rejeneratif tarım, toprağa iyileşme ve çiftçilere verimlilik sağlayan bir ekosistem oluşturur. Şunu iyi bilmemiz gerekiyor. La et tüketimi her zaman çevreye zararlı olmadığı, asıl zarar endüstriyel tarım uygulamalarından kaynaklanır.
Gezegenimizi ve tüm canlılarını korumak hayati önem taşır ve Biyodinamik Tarım yöntemlerine geçiş yapmak, bu korumaya, iklim değişikliğiyle mücadeleye ve gıda üretimi ile insan beslenmesinin iyileştirilmesine yardımcı olabilir. Yine de, Biyodinamik Tarımın gezegene ve insanlığa zararlı olduğunu iddia edenler bulunmaktadır. Şunu iyi bilmeliyiz ki, hepsi bir planın parçasıdır. Özellikle dünya ekonomik formu ile iş birliği içinde olanlar, karar vericiler kötü niyetli değiller, sadece hepimiz için en iyisini yapmaya çalışıyorlar deseler de, çiftlikleri kapatıp, azotlu gübreler ve metan emisyonları üzerinde kısıtlamalar getiriyorlar, hatta gıda kıtlığına rağmen, çiftçilere tarım yapmamaları için ödeme yapıyorlar.
Yapay sahte et çözümleri ile çiftçileri değiştirmeleri ise, küresel gıda arzını ve nüfusu kontrol etmenin etkili bir yolu olarak görülüyor. Küresel elitlerin şirketleri, canlı hayvanları ortadan kaldırarak ve yerlerine patentli alternatifler sunarak gıda arzını ve nüfusu kontrol altına alabiliyorlar. Plan 2030 kapsamında gıdayı zamanla nasıl evrildiğini izlemek ise gerçekten ilginç. Günümüzde, ultra işlenmiş gıdalar dünya genelinde bir kişinin ortalama gıda tüketiminin %58'ini teşkil ediyor ve küresel elitler ise bu oranın gelecekte %100'e ulaşabileceğini öngörerek çalışmalarına devam etmektedirler. Son olarak, hatırlatmak gerekirse, Henry Kissinger, son 50 yılın Amerika Birleşik Devletleri dış politikasının önde gelen isimlerinden biri olarak, ''Petrolü kontrol edersen ulusları, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin.'' demiştir.
Bu söz, bazıları tarafından unutulmuş olsa da, bizim asla unutmamamız gereken bir gerçektir. Bu makale, insanlık onuruna ve özgürlüğüne değer veren her bireyin bilmesi gereken kritik meseleleri ele alırken, küresel elitlerin ve dünyanın dört bir yanına dağılmış işbirlikçilerinin yenilmez olduğu yanındasını oluşturmak değildir. Aksine insanlar izin vermediği müddetçe insanlık aleyhine olan büyük sıfırlama gibi hedeflerini, asla başaramayacakları gerçeğini ortaya koymaktır. buzte.com. Halk ve uyar, kötülüğe de dur ve… Makalemizi beğendiyseniz paylaşmayı unutmayınız.