Home Page
cover of Yeni Bir Şeye Başlama Korkusu - Neofobi - İçimdeki Ses 1. Bölüm
Yeni Bir Şeye Başlama Korkusu - Neofobi - İçimdeki Ses 1. Bölüm

Yeni Bir Şeye Başlama Korkusu - Neofobi - İçimdeki Ses 1. Bölüm

Alas Göktürk Üstüner

0 followers

00:00-25:46

Merhabalar ben Alas Üstüner. Çocukluğumdan beri içimdeki sesle sürekli diyalog halindeyim ben. Birlikte hayat hakkında düşünür, içinde yaşadığımız bu evrende yolculuğa çıkar, başka gezegenleri keşfeder, birbirimizle dertleşir, fikirler üretip dururuz. Bir gün yine hayat hakkında düşünürken 'acaba hepinizin içinizdeki ses olmak için yola çıksak mı?' diye düşündük. Ve ilk bölümümüzde 'Yeni bir şeye başlama korkusunu' ele aldık. Keyifli dinlemeler.

PodcastPsikolojiTerapiİçimdeki SesYeni Bir Şeye Başlama KorkusuBilimNoefobiHeyecanımı Nasıl YenerimKişisel GelişimDeğişimHedeflerimiz

Audio hosting, extended storage and much more

AI Mastering

Transcription

Alos Üstüner shares his experience of dealing with the fear of starting something new, also known as neophobia. He explains that this fear is rooted in our primal instincts and is a result of the need to protect ourselves from potential threats. However, he encourages listeners to overcome this fear by facing it head-on and starting new ventures. He uses the example of his own fear of skydiving and how he overcame it by taking the leap. He emphasizes the importance of gaining experience and gradually becoming comfortable with new experiences. Alos also shares his personal journey of overcoming fears and encourages listeners to do the same. He concludes by expressing his desire to share this journey with others and help them overcome their fears as well. Merhabalar, ben Alos Üstüner. Çocukluğumdan beri içimdeki sesle sürekli diyalog halindeyim ben. Birlikte hayat hakkında düşünür, içinde yaşadığımız bu evrende yolculuğa çıkar, başka gezegenleri keşfeder, birbirimizle dertleşir, fikirler üretip dururuz. Yine bir gün kafamın içindeki devasa konferans salonunda, binlerce dinleyiciyle hayat hakkında konuşurken, içinde kaybolduğumuz dünyaları ve konuları bir podcast ile paylaşsak, hepinizin içindeki sesi olmak için, yola mı çıksak diye düşündük. Başladık kayda. Hazır mısınız? İçimdeki sese hoş geldiniz. İntroyu geçtiğimize göre, içimdeki sesin ilk bölümüne hoş geldiniz. Kulaklığınızı taktığınız andan itibaren, artık ben sizin içinizdeki sesim. İntroyu geçtiğimize göre dedim, çünkü ben bu introyu beşer kez, altışar kez, defalarca defalarca kaydettim. Hiçbirinin olmadığını düşündüm. Hayır dedim, bu değil, bu hiç değil, bu hiç hiç değil, hiçbiri mükemmel değil. En mükemmeli arayana kadar durdum durdum, şurada sesim böyle çıkmış, burada sesim şöyle çıkmış, burada kelimeyi doğru düzgün kullanamamışım, ve bazen böyle çok heyecanlandığımda, aşırı hızlı konuşurum, ve bazı harfleri yutarım. Yine aşırı hızlı konuştuğumu fark etmişsinizdir. O zaman başlayalım. Bu defa editlemek, silmek, veya da ses kaydı üzerinde, herhangi bir değişiklik yapmak yok. Yapmayacağım, çünkü korkumun üzerine gidiyorum. Hepinizin de müzerif olduğu bir konudan bahsedeceğiz. Yeni bir şeye başlama korkusu. Neofobi. Neofobi diyorlarmış buna, ben böyle detaylı bir araştırmaya girmek zorunda kaldım. Çünkü ben bir podcast çekmek istiyorum, veya bir şey yapmak istiyorum, ya da siz bir YouTube videosu çekmek istiyorsunuz, ya da topluluk önünde konuşmanız gerekiyor. Bunların hepsi yeni bir şeye başlamak, ve diğer insanların yapmakta zorlanacağı şeyler, ya da sizin kafanızın içerisinde, ya bunlar gerçekten diğer insanların yapmakta zorlanacağı şeyler olabilir, ben niye yapıyorum, diye düşündüğünüz şeyler. Ama yapmak istiyorsunuz, ve yeni bir şeye başlamaktan korkuyorsunuz. İşte buna neofobi diyorlarmış. Orantısal olarak da şöyle bir şey varmış, çocukluğunda yemek seçen, yeni yemeklere açık olmayan insanlar, daha çok yeni şeylere başlamaktan korkuyorlarmış. Aa, ben dedim bu. Ben yani, ben çocukluğumda yemek seçerdim, ve sürekli mercimek çorbası yerdim, iradeli bir kararlılığım vardı, yani çocukken o kadar kararlıydım ki, sevdiğim bir şey var ve o şeyi sürekli yiyorum. Bir de sağdığım yani, yemeğe sağdığım, o yüzden protein alabilmem için, annem böyle etleri blenderdan geçirirmiş, öyle sumarmış şeyin içine, mercimek çorbasının içine. Yani yeni şeylere, yeni şeylere başlama korkusu, yeni yemeklere alışma korkusu. Yani bunlar ikisi, birbirini paralelde takip eden şeylermiş. Birine gıda neofobisi deniyormuş, diğerine de neofobi deniyormuş. Ama hepsinin temeli, bildiğiniz homo sapiensin içindeki, korku duygusu aslında. Endişe duygusu, korku duygusu, aslında yenmemiz gereken şey bu. O yüzden bugün dedim ya, edit yapmayacağım. Hatta yaptığım editleri de size böyle sayacağım. Bir kere yaptım, inşallah ikinciyi yapmam. Çünkü bunun üzerine gidiyorum bugün. Size de ödev vereceğim podcast'ın sonunda. Eğer neden korkuyorsanız, bir şeyden korkuyorsanız, bunun üstesine gidin, o şeye başlayın. Yeni bir işe başlamaktan mı korkuyorsunuz? Yeni bir ilişkiye başlamaktan mı korkuyorsunuz? Yeni bir podcast ile başlamaktan mı korkuyorsunuz? Ya da yeni neden korkuyorsanız, o şeyin üzerine gidin. Bunlar her türlü deneyim olabilir. O yüzden şimdi bu korkunun özü hakkında konuşacağım biraz. Aslında bize böyle atalarımızdan miras kalan bir şey. Hormonel bir şey. Yani sizin korkunuz hormonlarınızdan oluşuyor. Hormonları da yediğiniz yemeklerden alıyorsunuz. Aslında hepsi sizin vücudunuzda var olan bazı kombinasyonlarının ürünü. Bunlar sizin için üretilmiş değiller. Çünkü bunlar aslında ilk atalarınız için üretildiler. Onların bir şeylerden korkması lazımdı. Ateşten korkması lazımdı. Ormandan korkması lazımdı. Karanlıktan, hayvanlardan, yırtıcı hayvanlardan falan korkması lazımdı ki hayatta kalsın. Yani bizim korkuyla mücadelemiz aslında son 50 yıldır falan başlıyor. Çoğunlukla savaşın olmadığı, ölümle yüz yüze gelmediğimiz dünyada, güvenlik çemberimizin sıkı sıkıya sarıldığı bir dünyada, beynimizin içi neden korktuğumuzu, neden endişe ettiğimizi bir türlü anlayamıyor. Tehdit yok. Tehdit yok kardeşim. Sen neden korkuyorsun? Bunu sorup duruyor ve sen de aslında korku duyduğun için suçluluk duyuyorsun. Yani yeni nesil bir insan olduğun için ve etrafında seni öldürecek hiçbir tehdit olmadığı için aslan yok, kaplan yok, dışarıda kalma ihtimalin yok. Yani bu gece mağaranın dışında kalacağım. Beni hangi hayvan yiyecek? E bunu düşünmüyorsun ve beyninin içi diyor ki bir sıkıntı var. Yani bu adamın korkmaması lazım. Yeni şeye başlarken de aynı şeyi söylüyor sürekli. O yüzden kafanızın içindeki ses size bir yerde sağ adam evet buna başla diye dürtüyor, soldan da hayır yeni bir ortama gireceksin, bu senin için tehlikeli diyor. E tehlikeli olan ne? Ölmeyeceksen hiçbir tehlike yok. İşte beyin öyle düşünmüyormuş. Çünkü bizim korkumuzun sebebi tam olarak dışarıdan gelecek tepkilermiş. Yani ilk insanın dışarıdan gelecek tepkilerine benzer olmasa da yine de onunla kıyaslanabilir şeyler. Bu parmağınıza iğne batmasıyla da aynı şey veya dışarıdan birinden alacağınız linçle de aynı şey. Aaa bunu yaparsam linçlenirim. O zaman yapmamalıyım diye düşünüyorsun. E doğal olarak da onu hiç yapmıyorsun. E bu sayede linçlenmiyorsun. Beynin sana ufak bir konfor alanı sunmuş oluyor. Bu alandan çıktığımız sürece korkmaya mahkum olmuş oluyorsun. Ama aslında bu alandan ne kadar çok çıkarsan o kadar çok da bu hisse alışmış olacaksın. Yani teorinin biri diyor ki eğer yeni bir şeye başlama korkun varsa başla. Bu yüzden buradayım. Ve bunun beni ne kadar mutlu ettiğinin farkında mısınız? Yani tamam kafanın içinde bir yerlerde arka planda çalışan bu uygulama var. O sana hayır onu yapma diyor ama yaptıkça da mutlu oluyorsun. Yani aslında paraşütle atlamak gibi. Bence çok güzel bir şey. Yani bunu kesinlikle deneyimlemek lazım. Bilmiyorum paraşütle atladınız mı ama ben Fethiye'ye gittiğimde böyle aşırı korkmuştum. Gerçekten o dağdan atlama hissi, o dağdan atlama düşüncesi otobüsle çıkana kadar beni o kadar korkutmuştu ki böyle içim içimi yemişti. Ama iki seçeneğim vardı. Ya o otobüsle geri döneceğim ya da o paraşütle atlayacağım. Ve bir şey söyleyeyim mi? Paraşütle atlamak otobüsle geri dönmekten daha güvenli geldi. Çünkü o yol o kadar böyle zigzaklı, taşlı, neredeyse dağın üzerinden düşecekmişsiniz gibi geliyor. Ve adamın günde beş kere çıkıp indiği yol olduğu için de o kadar hızlı sürüyor ki arabayı. Kendi can güvenliğiniz hakkında sürekli endişe ediyorsunuz orada. E bir yerden sonra oraya çıkarken de bütün korkmak için ürettiğiniz bütün hormonları da harcamış oluyorsunuz. Yani o hormonu harcayarak da korkunun kendisini yenebiliyorsunuz. E doğal olarak o dağdan 1800 metreden atlıyorsunuz. Bence çok güzel bir his. Bunu çoğu insanın yaşaması lazım. Bu arada o otobüsteki tek Türk de bendim. O yüzden bütün İngilizler tarafından böyle alkışlandım. O aşırı bir değişik bir durumdu. Hatta böyle hoca döndü dedi ki hepiniz yabancısınız. Bir tane Türk var aramızda. Bunun cesaretle ilgili falan olduğunu düşündüler. Kendi kafalarında düşünüyorlarmış ki Türkler cesaret edemiyor o yüzden atlayamıyor. Hayır pahalı o yüzden atlayamıyorlar aslında. Cesarette falan alakası yok. Yani ben kredi kartından çektim. Öyle atladım mesela. Ve o atlayış bana bir şey öğretti. Bazı şeylerden korksan da yapmak zorunda olduğun şeyden kaçış yok. Tıpkı şu an konuşmak gibi. Konuşa konuşa korkunu aşacaksın. İnsanların önünde sunumlar yapa yapa korkunu aşacaksın. Videolar çeke çeke. Yani deneyimleye deneyimleye. Deneyim o kadar önemli bir şey ki deneyim senin korku hormonlarını yavaş yavaş tüketmene sebep olacak. Onlar tükendiğinde de bir yerden sonra bu hissi yaşamıyormuşsun gibi gelecek. Veya alışacaksın. O aksinin rutinin olacak. Yani burada ben her hafta podcast çektiğimde bu artık benim rutinim olmuş olacak. Bu kadar basit. Bunun aksi zaten vazgeçmek. Baba dağın üzerinden otobüsle geri dönmek. Bu senin için daha da kötü bir yol. Yani bir kere vazgeçmiş olacaksın. Hani diyorum ya linçlenmek çok kötü bir şey. İnsanların sana bu da yaptı yaptı vazgeçti demesi daha da kötü bir şey. Mesela benim bir YouTube kanalım vardı. Hala da var. Bugün öyle bir döndüm baktım. Biraz yorumlarını karıştırayım dedim. 5 aydır falan videoyu yükleyememiştim bazı sebeplerden dolayı. Oraya da geri dönmek için yorumlarına falan bir bakayım dedim. İnsanlar duymuşlar demişler ki ya ne güzel akıcı anlatmışsın. Teknoloji videoları yapıyordum ben orada. İşte bir kutu açılımı yaptım. Ondan sonra Apple ile ilgili falan videolar vardı. Teknoloji haberleri falan olacaktı. Olmasını planlıyordum sadece. Hala planlıyorum. Ve YouTube'a da geri döneceğim. Neden? Çünkü bir şeyleri aşmaya çalışıyoruz hep beraber. Varsa beni dinlerken benimle birlikte bu yola gelecek olan gelsin beraber çıkalım kardeşim. Birlikte korktuğumuz şeyin üstüne gidelim. Başaralım. Böyle sırt sırta verelim günün birinde. Diyelim ki biz başardık be abi. Yaptık yani. Bu o kadar güzel bir his ki bunu beni dinleyenlerle ya da beni izleyenlerle birlikte beraber yaşamak istiyorum. O yüzden buradayım. Siz de burada olun diye size bunları aşmanın bazı yollarını kendi bulduğum yollarını Hani demiştim ya videonun başında içimdeki sesle sürekli konuşuyoruz. Böyle binlerce kişilik hayali bir sunum odasında konferans veriyoruz insanlara diye. Orada işte çözüm arıyoruz. Çözüm aradığımızda çözümü bulduğumuzda da onları sizinle paylaşıyoruz. Bence bu çok güzel bir şey. Ve böyle bunu sizinle paylaşma sebebim de şu. Benim ilk maddem korkuyu aşmaktaki ilk maddem şöyleydi. Korktuğun şeyi başkasının işi gibi düşün. Hani böyle gelir ya bir arkadaşım der sana. Misal isim veriyorum. Abi ben Singa'ya evlenme teklifi edeceğim. Ama korkuyorum der. Sen de böyle sırtını vurursun. Et be kardeşim dersin. Senden iyisini mi bulacak dersin. Neden o kadar cesaretlisin orada? El alemin işi o. Yani insan öyle bir varlık ki başkası önden gitsin. O onu yapabiliyorsa ben de onun arkasından gideyim. O yüzden yaptığınız işi başkasının işi gibi düşüneceksiniz. Yani illa yaptığınız bir şeye başlamanız için birinin onu başarmış olmasına gerek yok. Ve çoğunluğun başardığı işlere girmek daha kolayken azınlığın başardığı işlere başlamak o yüzden daha zor. Hani demiştim ya ilk başta. Biz aslında yapamayacağımız şeylerden değil başkalarının yapamayacağı şeylerden korkuyoruz. Yani Ahmet onu yapamadıysa ben de yapamam diye kendimizi kıyaslıyoruz. Ondan sonra o iş gözümüzde o kadar büyüyor ki o işi yapmaktan korkuyoruz. İşte o da bizi ikinci maddeye götürüyor. Kıyaslama. Yani bir şey yaparken o şeyden mutlak başarı bekliyoruz ya o başarıyı elde edene kadar sürekli kendimizi başkalarıyla kıyaslama yoluna gidiyoruz. Yani bu kıyaslama içerisinde girdiğimiz alanın içindeki insanlarla kıyaslamış oluyorsun. Aa o o kadar dinlenmiş o o kadar izlenmiş ben neden bu kadar iyi yaptım ben başarısız mıyım ben bu işi yapamıyor muyum o zaman bırakayım hadi ara vereyim. E ara verdin eline ne geçti ara verince dedim ya en başta bir kere vazgeçmiş bir insan olacaksın. Hayır vazgeçme niye vazgeçiyorsun. Önümde sonunda bir şeyler çıkar. Ya bir şeyler bulursun ne hakkında düşünürsen onun hakkında bir çıkarım yaparsın. Sonuçta beyninde bir makine senin o makineye bir komut veriyorsun. O makineye diyorsun ki bunu bul o da sana onu buluyor günün birinde. Bazen bulması çok uzun sürüyor. Yani bir hafta sürüyor iki hafta sürüyor. Bazense o kadar yaratıcı bir evresine renk geliyorsun ki beyninin. Ömrünü verdikten bir saat sonra çıktısını alıveriyorsun. Yani o da senin o anki ruhsal durumunla ilgili. Yani burada senin en büyük dostun beynin gibi görünebilir. Ama aslında en büyük düşmanın da beynin. Çünkü beyninin arka planında çalışan sürekli çalışan uygulamalar var. O uygulamalardan birisi içimdeki sesin. Diğeri toplum. Diğeri ailen. O uygulamalar sürekli çalışıyor ve sana diyor ki onu yap bunu yap şunu yap. Çocukluğundan beri öğrendiğin şeyler. Bir gün böyle bu konu hakkında düşünürken kendi kendime dedim ki ya bu bir şeye başlama korkusu nereden geliyor. Hani yemek seçmeyi örnek göstermiştim. Başka bir anı daha geldi benim aklıma. 3-4 yaşlarında kreşe başlamışım. 3 gün falan gitmişim. Kreşi o kadar sevmiyorum ki. Yine çocuğum yine kararlarım var ve kreşi sevmeme kararı almışım. Ağlıyorum. Sorun çıkarıyorum oradaki insanlara. Beni almaya bir gün gelmeyi unutmuşlar. Yani beni almayı unutmuşlar oradan. Ve ben böyle hatırlıyorum bir de o gününü sağlıyorsun bir de ağlıyorum. Dedem geldi. Aldı beni kreşten. Bir daha da ben kreşe gitmedim. Yani o beynimin içinde dedem kurtarıcımmış. Beni sevmediğim bir yerden almış getirmiş. Konfor alanının içine geri koymuş gibi oldu. İşte beynim yeni bir şeye başladığında senin kafanın içindeki kurtarıcı kimse sürekli onu bekliyor. Benim dedem artık öldü. Ama onun anıları içindeki sesle birlikte hala yaşadığı için yeni bir deneyimden beni çekip çıkarabiliyor. Bunu dedem yapmıyor. Onun beynimde bıraktığı anılar yapıyor. Aslında beni zorlasalardı. Hayır sen o kreşe gideceksin. Hayır annenin babanın zamanı yok. Gündüzlerde orada duracaksın deselerdi. Hem belki sosyali bakımından hem de belki korkumun üzerine gitme bakımından. Bilmiyorum ama 5 yaşında 4 yaşında çocuk için nasıl bir deneyim olurdu. Yani sanıyorum ki daha farklı bir deneyim olurdu. Yani bunlar hep teorik tabi. Keşke bir zaman makinesi olsa. Öyle bir değerlere girsen. Evrendeki bütün değerler tuttuğunda. Şu da şu olayda şöyle olduğunda. Nasıl olacak desen. X eşittir Y'ye eşittir yüzey kare falan yapsan da öyle. Ve makine sana böyle sonuçları çıkarsa. Sen bilmem kaç yaşında şu mesleğe sahip olacak. Şunu yapacak bir adam olurdun falan dese. Ama öyle bir makine de yok. Ve evrendeki her şey belirli de değil. Yani ışığı bile atıyorsun. Nereye gideceğini bilemiyorsun. Işığın bile kendi kararı var. Bunun da bir matematiksel izahı yok. Takip edenler onun kuantum fiziğindeki açıklamasını bilirler. E doğal olarak ışığın bile gideceği yol belli değilken senin gideceğin yol nasıl belli olsun? İşte belirsizlik korkuların en büyük sebeplerinden birisi. Ama planlanabilir. Hedeflerin var. İşte korkuyu yenmenin diğer yolu sürekli olarak hedefine odaklanmak. Hedefe odaklan ki beyninin seni oradan alıkoymasına sebep olacak korkuyu yok et. Bu defa homosafiyans beynimiz bize başka oyunlar oynamaya başlayacak. Şimdi ben bunları önceden söyleyeyim de. İşte ben başlamıştım, yapamadım, vazgeçtim falan diyenler nerede tıkandıklarını görsünler diye. Mesela ben çoğunlukla bu noktada tıkanmış oluyorum. Beynin hedeflerini, amaçlarını, arzularını ve hırslarını sana küçük göstermeye başlayacak. Aman ne olur ondan ya. Onu yapsan ne olur ki? Başın göğe mi erecek? Bu dünya Sultan Süleyman'a bile kalmadı. Sana mı kalacak gibi böyle kafanın içerisinde aslında belki aile büyüklerinden birisi. Belki öğretmenlerinden birisi. Belki de arkadaşlarından birisi. Sen o sesi çok iyi tanıyorsun. Sürekli konuşmaya başlayacak. O ses seni hedeflerini küçülterek, küçük göstererek hedeflerinden alıkoymaya çalışacak. İşte bu noktada onu da yendiğine 3. duvarı da yıkmış oluyorsun. Zaten başarılı insanların çoğu o duvarları sırasıyla yıkabilenlerdir. Ben böyle ilerleyen zamanlarda bazı başarılı insanlar hakkında da konuşmak istiyorum. Severim de başarılı insanlar hakkında araştırma yapmayı. İşte bunlar ilk kimler gelir aklımıza? Tabii girişimciler gelir. Bir tane de kitabım var. Üzerinde bayağı çalışıyorum. Girişimci bir genç var kitapta. Onun da sürekli ağzında şöyle sözler var. Elon'umuz şöyle dedi, Musk'ımız böyle dedi, Jobs'ımız şöyle buyurdu falan gibi. Hep öyle konuşuyor. Onları kendisine örnek almış. Hani bir teori var ya etrafımızdaki 5 kişi kimse siz de onların ortalamasısınız. Benim o karakterimde kafasının içerisindeki 5 ses de Elon Musk, Steve Jobs, Jeff Bezos falan yani bu insanlar. O da sürekli öyle söylüyor. Elon'umuz şöyle derdi, ben de böyle yapayım. Belki korkuyu aşmakta da yardımcı olabilir. Başarılı insanların hayatlarını bir araştırın. Sizin için, sizin başarılı gördükleriniz. Herkes tabii dünyanın en zengin adamı olmak zorunda değil. Herkes dünyanın en başarılı adamı da olmak zorunda değil. Sizin başarı tanımınız ne? Kendinize göre ne kadar başarılı olursanız mutlu olacaksınız. Ama bence herkes mutlu olmak zorunda. Ya da herkes mutlu olmayı hak ediyor. Yani mutlu olacağınız şeye yaptığınıza inanıyorsanız onun üstesine gidin. O yüzden diyorum beraber çıkacağız. Beraber başlayacağız. Bulunan aylar sonra sırt sırrımızı birbirimize dayayacağız. Kaç kişi olacağız? Bin kişi mi olacağız? İki bin kişi mi olacağız? Hepimiz sırtımızı birbirimize dayayacağız. Ve diyeceğiz ki, başardık be kardeşim. Bazıları ben başaramadım diyecek. E biz çok kalabalık olacağız, çok büyük bir ekip olacağız. Onun da başarmasına yardımcı olacağız. Derdini anlatacak. Birlikte çözeceğiz. Benim içimdeki sesle böyle sürekli konuşup da aaa onun sebebi bu muymuş? Bunun sebebi şu muymuş? Evet sen başaramamışsın ama onun sebebi şu. Ya da sen başardın şurada bir yerde tıkandın. Hadi bakalım onun sebebi şu. Yani siz yazacaksınız Instagram'dan. Ben araştıracağım. Ben anlamaya çalışacağım. Bir diyalog halinde olacağız. Ben burada tek başına konuşmak istemiyorum açıkçası. Kim tek başına konuşmak ister ki? Kendi kendine konuşana beni derler. E ben de kendi kendine konuşmak istemiyorum. Bana katılabilirseniz katılın. Instagram'dan takip edebilirseniz edin. Eğer podcast'ı böyle artıya basın, yeni bölümler gelsin deyin bana böyle artıya basıp ben onu anlarım. Yeni bölümler gelsin dediğinizi anlarım. Biz de kafamızı kurcalayan konular hakkında konuşalım. Fırsat buldukça yeni konular keşfettikçe yeni diyarlara vardıkça, yeni gezegenlere yol aldıkça çok heyecanlı. Bilmiyorum bence çok heyecanlı. Gülümsüyorum her konuşurken. Hoşuma gidiyor bu benim. Ve benim diğer maddem neydi? Diğer maddem şuydu. Yarın ölecek olsan bu işi yapar mısın? Yani yarın ölecek olsan o çok korktuğun iş var ya bugün o işe girer misin? Bence bu çok önemli bir şey. Ve ben dedim ki ben yaparım ya dedim. Ben yarın ölecek olsam dedim. Birileri beni dinlesin isterim. Birileri beni görsün isterim. Çünkü bende böyle görünme isteği de var. Onun da böyle detaylarına inizciyara aşırı görülmek istiyorum. Alkışlanma isteği var. Ama herkes de vardır. Bende böyle daha fazla var. O yüzden dedim ki görülmek isterim, duyulmak isterim. Yani kafamın içinde ertelediğim her planı yaparım ya dedim ben yarın ölecek olsam. Bak ertelemek dedim. Çünkü aslında korku sana erteleme gerek getiriyor. Sen vazgeçmiyorsun. Hiçbir zaman da vazgeçmeyeceksin. Hep bir yerde duracak o arka planda çalışacak vazgeçtiğin şey. Sana diyecek ki yapmadın, yapmadın, yapmadın, yapmadın. Bir yandan diyecek yapma, yapma, yapma. Ama yapmadın yapma. O yap dediği her an var ya acı çekeceksin aslında. Ve acı korkudan daha kötü bir şey. Onu çekme. Başla. Niye o acıyı çekeceksin ki? Niye o ertelemeyi yapacaksın? Hayatımız ödevlerle geçti, ertelemelerle geçti. O ödevleri yetiştirmelerle geçti. İş hayatında da böyle geçiyor. Eğer bir beyaz yakalıysanız ben öyleyim. Bunlar hep ödevlerle, primlerle bilmem nelerle geçiyor hayatımız. Bir de sen kafanın içerisinde kendine ödev verip durma. Yap. Zamanında yap ödevini. Onu demek istiyorum. Çünkü aksi takdirde hep ertelemiş olacaksın. Benim anneannem var. Ona mesela bir şey diyoruz. Diş doktoruna gitmen gerekiyor, doktora gitmen gerekiyor, oraya gitmen gerekiyor, şu işi halletmen gerekiyor. Kadın hep diyor ki dur daha ona çok zaman var, benim çok işim var. Dur daha ona çok zaman var, benim çok işim var. Benim içimdeki seslerden birisi de benim anneannem mesela. Hep ben ona bir şey dediğimde dur daha ona çok zaman var, senin çok işin var diyor bana. Kardeşim benim arzularımı erteleyecek kadar önemli ne işim olabilir? Yani bu soruyu sorunca içinizdeki ses afallıyor. Bana içimdeki sesle konuşmayı bir gün bir terapi sırasında psikoloğum önermişti. Demişti ki ya o sana saçmalıyorsa sen de ona saçmala. Birlikte saçmalayın dedi. O kadar böyle güzel bir şeydi ki. Konuş onunla dedi. Onun kafasına göre konuş dedi. Ve onu böyle doğru yola getirmeye çalış dedi. Belki o seni doğru yola getirecek. Belki sen onu doğru yola getireceksin. Ve konuştukça birbirinizi mantığında tanımış olacaksınız dedi. Ve bu sayede birbirinizi tanımış olacaksınız dedi. Yani böyle anlatınca insanlar diyecek ki bunun kafasında bir ses var, bu sürekli konuşuyor. Biz bundan uzak duralım falan. Hayır öyle bir şey yok. Bazı insanlar kendi içindeki sesle iyi anlaşamazlar. Bazı insanlar iyi anlaşırlar. Onun da sebebi çocukluğunda yaşadığı şeylerdir. Travmalardır. Yani bunlar kişiden kişiye farklılık gösterir. Olabilir yani. Herkesi tanımak bence çok değerlidir. Ben de bu sayede kafamın içini tanımış oldum. Ben size tavsiye edeceğim şeylerden birisi de kafanızın içiyle konuşun ya. Onu böyle görmezden gelmeyin, ignor etmeyin. Konuşun. Kendi kendinize kaldığınızda o kim, ne? Bazen kendimizi o kadar tanımıyormuşuz ki aslında bunu yapmaya başladığından beri onu anladım. Ama kendimi yeni yeni tanımaya başladığımı anladım o sayede. Ve tanıdıkça içeride güzel bir dünya var ve diyorsun ki diğer insanlar da bu dünyayı çok sevecekler. O zaman onlara bu dünyayı sevdirelim. Bak ikinci ödev. Kendinizi tanıyın. Yani önce başlamaktan korktuğunuz şeye başlayın. Sonra da kendinizi tanıyın. Yoksa o vazgeçmediğiniz arzunuz var ya, sürekli ertelediğiniz hep içinizde bir yerde kalmış olacak. Mesela ben ona şeyi örnek veririm hep. İşte ben bir spor salonu üyeliği yaptırdım. E ilk üyeliğime gitmedim. E verim de alamadım sonuç olarak. Yapmazsan verim de almazsın. Doğal olarak vazgeçmiş oluyorsun. Ertelemiş oluyorsun. Hadi bir hikaye erteledin. Kafanın içinde diyor ki senin bir spor salonu üyeliğin vardı. Gitsene ona diyor. Hadi ikinciye gidiyorsun. Bir pazartesi günü başlıyorsun. Geleneksel başlama zamanlarımız. Bu pazartesi spora başlayacağım. Yine bir pazartesi başlıyorsun. E yine bir daha gitmiyorsun. Ve ben her seferinde şunu fark ettim. Bir şeyi üç veya fazlası kere hatta genellikle üç kere denediğimde o şey artık benim alışkanlığım oluyor. Yani ikinciye de gitmedim. Üçüncüde başladım. Ve o günden itibaren şu an devamlı olarak yaptığım tek şey bu spor. İkincisi de inşallah bu youtube ve podcast yayınları olacak. Siz severseniz benimle kalın. Artıya basın. İnstagrama gelin. Derseniz ki ben GTA yapmaya dönmüyorum. Yazın ya. Yazın şey yapın. Mesaj atın. Ben size GTA yaparım. Hiç sıkıntı yok. Ondan sonra ben öyle şey kasıntılı da biri değilim. Beni takip edin. Ben sizi umursamayın sonra. Öyle bir şey de yok. Biz birbirimizi umursayacağız. Birbirimizle böyle bir yola çıkacağız. Ve sonunda sırt sırta dayayıp başardık diyeceğiz birbirimize. O yüzden kendinize iyi bakın. Bir dahaki içimdeki ses podcastine lütfen gelin. Dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere.

Other Creators